Salihat-ı nisvandan Tenzile Hanımefendi...
Başbakanımızın muhterem valideleri Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Geride kalanlara başsağlığı, sabır ve metanet niyaz ederiz.
Her durumda olduğu gibi Tayyip Bey’in Başbakan olarak aile gerçekliği içinde yaşadığı bir daha görüldü. Bu bir görüntü değil, bugüne kadar hiçbir Başbakan’da hissedilmeyen sahih bir gerçek.
Vefat bize gösterdi ki, Osmanlı bakiyesi “anne” karakterinin son temsilcilerinden biri uğurlandı. Bilmiyorum, ölüm ilanlarında “Salihat-ı nisvandan” tabiri kullanıldı mı? Geçmiş yıllarda çok kullanılan bu ibareye son zamanlarda çok fazla rastlanmıyor. Belki bunu tabii karşılamak gerekir: Salihat-ı nisvandan olanlar hızla azalıyor. Buna mümasil sâlih ve sâliha isimleri çocuklara eskisi kadar verilmiyor. “Dinin emir ve yasaklarına uyan, iyi ahlâk sâhibi, müttakî erkek ve kadınlar...” Böyle adlandırmaların azalmasından toplumda sâlihliğe, sâlihalığa yapılan vurgunun zayıfladığını çıkarabilir miyiz?
“Sâlihat-ı nisvan” ise, “kadınların Allah’ın emir ve yasaklarına uyan iyileri, doğru özlüleri, dindarları, iffetlileri” anlamına geliyor...
Birkaç satır içinde, modern zamanlarda anlamı, kapsamı, medlülü bilinmeyen bir hayli kelime kullanmak durumunda kaldık.
Mesele şu: Başbakanımızın sevgili annesinin vefatı, bize toplumumuzun geleneksel anne ve kadın karakterini hatırlama fırsatı verdi. Onun önem ve değerini anlama imkânı sağladı.
Kadın, yani anne... Kendini tamamıyla eşine ve çocuklarına hasretmiş. Dışa yönelerek, annelikten uzaklaşarak sathileşmek yerine içe dönerek derinleşmiş, yücelmiş bir kadın...
Bugün Türkiye’nin belli bir yaşın üzerindeki nesli böyle annelerin eseri.
Anne kavramının uyandırdığı etkinin, daha genç nesillerde belli bir değişim, başkalaşım geçirdiğini ve hatta bozulmaya uğradığını söylemek mümkündür.
Elbette annelik hissiyatı, anneye duyulan muhabbet insanın içinden tamamen sökülüp atılamaz. Buna rağmen, anneliğin temsili konusunda aynı şeyi söyleyemeyiz.
Genç kızlarımızın epey zamandır Başbakanımızın valideleri hanımefendi gibi annelik hisleri ile yetiştirilmediği ortada. Bunun Başbakanımızın iktidarı devrinde de sürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin insan yetiştirme düzeni, tek tipleştirici bir tesir uyandırıyor ve genç kızlarımızı anneliğe hazırlamıyor. Aile merkezli kadın yerine, ferdileşmiş, kendine yetecek bir kadın karakteri üzerinden işler yürütülüyor.
Kadınların iş hayatına gittikçe daha fazla girmesi Türkiye’nin nüfus artış nisbetini yavaşlattığı gibi, evlilikleri azalttı ve boşanma oranlarını hayli yükseltti.
Başbakan şahit olarak davet edildiği nikâh törenlerinde gelecekle ilgili nüfus endişeleri yüzünden evli çiftlerden en az üç çocuk yapmalarını istiyor.
Bugünün kadınları bir çocuk, en fazla iki çocukla annelik hislerini tatmin ediyorlar. Ayrıca bugünün eşlerinin çalıştığı ortamda annelik hisleri şöyle veya böyle tatmin edilse bile annelik vazifeleri hakkıyla yerine getirilemiyor. Bu vazifelerin yerine getirilmesinin gerekli olduğu konusunda sosyal baskı da giderek daha az hissediliyor.
Evinin kadını, çocuklarının annesi olan temel karakter artık miadını doldurmuş görünüyor. Çocuklar çalışan anneler için önce yaşlı ebeveynlere, sonra kreşlere bırakılan emanetler haline geliyor. Anneler kendi hayatlarını yaşamaya daha fazla ağırlık vererek, çocuklarıyla ilgilenme yükümlülüklerini ihmal ediyorlar.
Erkeğin aileden yalıtılması çok tuhaf karşılanmaz bir durumken, şimdi kadının aileden yalıtılması aynı tepki ile karşı karşıya. Aileleri bir arada tutan bağlar gevşiyor ve modernleşme toplumun kalesini şiddetle sarsıyor.
Modernlik kendini dindar olarak tanımlayan, şeklen de böyle olduğu görülebilen kadınların da içinde düştüğü bir çıkılmaz kuyu günümüzde. Giyim kuşam farkları üzerinden fikir yürüterek kadınlarımızın aile ve annelik karşısındaki tavır alışlarını ayrıştırmak çok kolay değil.
Belki büyük çoğunluk böyle bir sele kapılmışken farklı bir durumun doğru ve mümkün olduğunu söyleyebilecek yapıların toplumda makes bulabilmesi beklenirdi. Ufukta böyle bir belirti de görülmüyor.
Salihat-ı nisvanın son temsilcileri sessizce veda ediyor. Onlar için gözyaşı dökülüyor. Yerlerinin doldurulmayacağı söyleniyor. Bunların hepsi doğru, fakat o yeri koruma konusunda, kadını gerçek eksenine yerleştirme konusunda yapılması gereken bir şeyler yokmuş gibi davranılması kabullenilebilir mi?
Hazların, maddi tatminlerin zirve yaptığı bir dönemde, diğergamlığın, feragatın, fedakârlığın, iffetin, ismetin... destanını yazanların esamisi okunabilir mi?
Velhasıl, devrimiz salihat-ı nisvanın devri değil!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.