Bir gün bir film çekersem...
Kaç kez izlediğimi hatırlamıyorum... Bakü’de, bir otel odasında, Azeri dublajlı olanını da izlemiş, gecenin bir yarısı kahkahayı koyuvermiştim...
Martin Brest’in yönettiği “Kadın Kokusu” filminden söz ediyorum.
Harikulade bir filmdir.
Tango ve araba sahnesi müthiştir.
En iyi oyuncu dalında Al Pacino’ya Oscar kazandırmıştır...
Bir sahnesi var ki akıllara seza...
Okul harçlığını denkleştirmek için, hafta sonu, görme özürlü Yarbay Frank Slade’in (yani Al Pacino’nun) bakıcılığını üstlenen Charlie Simms (yani Chris O’Donnell), odayı ve öteberiyi kurcalamaya başlayınca, Yarbay sinirlenir, çocuğa “rahat durmasını, ortalığı karıştırmamasını” söyler.
Bu sahnenin Azeri dublajlı olanında ise Yarbay Slade’den şu cümleyi duyarız: “Elleme, itoğlu it...”
Ne zaman “Kadın Kokusu”nu izlesem, aklıma bu “çeviri harikası” geliyor ve müthiş keyifleniyorum.
Filmin sadece müziği, oyunculukları, replikleri ve “ömürlük” sahneleri değil, ismi de son derece etkileyici...
Hayır, elbette “kösnül” bir durumdan söz etmiyor yönetmen.
Bir “insanlık durumu”nun (belki de “yoksunluğun” ortaya çıkardığı bir insanlık durumunun) altını çiziyor.
Siz bunu “insan kokusu” olarak da değiştirebilirsiniz.
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, deprem bölgesine gönderilen yardımlardan bahisle yaptığı açıklama ve bu açıklamada kullandığı sözcükler de, en az filmin ismi kadar etkileyiciydi...
Ben etkilendim, ne bileyim...
Diyordu ki, Demirtaş, “Türkiye’nin dört bir yanından gelen yardımlarda kardeş kokusu, kardeş selamı var. Herkese teşekkürler...”
Bu sözlerdeki ev sahibi (“mülk sahibi”) tınısı rahatsız ediciydi, hafiften bir “sahiplik” iddiası seziliyordu ama “kardeş kokusu” müthiş güzel bir benzetmeydi... “Kardeş” olduğumuz gerçeğini, bundan daha güzel, hangi cümle özetleyebilirdi?
Benden de Demirtaş’a teşekkürler...
Bir gün bir film çekersem, ismini “Kardeş Kokusu” koyacağım. Söz...
Fakat, bir de sitemim var...
Kardeş sitemi...
Doğrudur, bizi acılar ve sevinçler (daha çok acılar) birleştiriyor, kendimizi farklı etnik/siyasal kulvarlarda gerçekleştirsek de (tanımlasak da), bir bütünün parçaları olduğumuz gerçeğini hatırlatıyor ama biz zaten ayrı değildik ki, biz hiçbir zaman “birbirimizsiz” olmadık ki!
Bu teşekkür de nerden çıktı?
Yardımlaşmak bir ödevdir...
Kardeşlik hukukunun gereğidir...
Hem de insanlık borcudur...
Abartmayalım.
Ne olması bekleniyordu? Türkiye’nin (daha doğrusu halkın), bu felakete duyarsız kalması mı?
Kaldı ki, “teşekkür önceliği” niçin BDP’nin ve Selahattin Demirtaş’ın inhisarında olsun?
BDP, siyasal sistem içindeki “yarışçı partilerden” biridir.
Tıpkı bölgede en az BDP kadar oy olan, en az BDP kadar etkili olan, en az BDP kadar sahiplik iddiası taşıması gereken, en az BDP kadar bu topraklarla ünsiyet kurmuş AK Parti gibi... Tıpkı, bölgede esamisi okunmasa da, siyasal sistemin bir parçası olan CHP gibi... Tıpkı MHP gibi...
BDP niçin rol çalıyor?
Hem de milletçe yaşadığımız bu “acılı günü” fırsat bilerek...
Demirtaş, “kardeş kokusu”nu daha çok duyumsamak istiyorsa, terör örgütü için de bir çift itiraz cümlesi geliştirmeli...
Hiç değilse, silahlı mücadelenin “kardeşliğimizi” zedeleyeceğini teslim etmeli...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.