Gücün imajı
Algılanan güçte esas olan ulus devletin elinin altında tuttuğu, somutlaştırılmış güç kaynakları değil de hayali bir güç tahayyülüdür, demiştik en son. Burada önemli olan nasıl olduğunuzdan çok nasıl göründüğünüzdür bir ülke olarak. Dışarıdan algılandığınız şekildir sizi uluslararası ilişkilerde başarılı veya başarısız kılan. Bir imaj meselesidir yani bu. Bu imajın yanında hep bir şüphe dolaşır ülkenin ismi yanında. Bir muamma hali de denebilir buna. Bugünkü İran’ı düşününüz mesela. Nükleer silah üretme gücüne sahip bir ülke bu. Bunu açık açık ifade ediyor ve ekliyor alternatif enerji üretimine hizmet yani barışçıl amaçlar için neden üretmeyelim ki.
Amerika bunu yaparken, İsrail ve Hindistan haydi haydi yaparken biz neden yapmayalım ki, sorgulaması da var bunun altında. Peki, İran gerçekten nükleer silah üretiyor mu…yüzde yüz biliyor muyuz…emin miyiz….hayır. Çünkü o muamma bulutunu aşamıyoruz. Geçerli bir sebepten dolayı aşamıyoruz. Algılanan gücün ne kadarının reel güç olduğunu bilemiyoruz da ondan aşamıyoruz. Şimdi İran savaş hazırlıkları içerisinde. Muhtemel bir İsrail-ABD saldırısına karşı silahlanıyor. ABD ve İsrail harekete geçecekleri sinyallerini veriyorlar. Peki gerçekten İran’a saldırıp saldırmayacaklarını biliyor muyuz. Bu sorunun da cevabı hayır.
Emin değiliz, çünkü bunu İran’ı köşeye sıkıştırıp izole etmek anlamında mı yapıyorlar, yoksa gerçekten silahlı bir saldırı başlatacaklar mı belli değil. Ama bu üç ülke arasındaki ikili ilişkilerin bir süredir bu düzlemde geliştiğini söyleyebiliyoruz. Karşılıklı kas geliştirme hareketleri diye tarif edebiliriz bu ilişkiler yumağını. Öte taraftan İran’ın bir saldırı başlatıp başlatmayacağından da emin değiliz. Muhtemel bir İran saldırısında İsrail’in düşeceği durum da kaygı verici hem ABD hem de İsrail için.
Algılanan güç pratiklerinde kullanılan araçlar ceza ve ödüldür. Batı’da buna havuç ve sopa benzetmesi yapılır. İkili veya çoklu ilişkilerde baskın konumdaki ulus devlet ödüllendirme ve cezalandırma yöntemiyle hedefine ulaşmayı arzular. Reel siyasetin temelini oluşturan değerler sisteminde her ülke rüşvete açıktır ve mutlak surette istediği bir şey vardır. Onun karşılığında yapmayacağı da pek az şey vardır. İşte bu kırılma noktasını doğru tesbit eden baskın güç, karşısındakini dilediği noktaya çekebilmek, istediği sonucu elde edebilmek için ödül ve cezaya başvurur. Veya algılanan güç rasyonalitesiyle bağdaşan bir şekilde başvuracağını söyler.
Söz konusu olan ödül değil de ceza ise, başvurur mu o tam olarak belli değildir ilk anda. Belki de hiç gerek kalmaz ama bunu baştan bilmek mümkün olmadığı gibi, bu riski almak istemeyecek çok ülke de vardır. Onun için de tehdite boyun eğerler.
Ödül borçları silmek, sosyal, ekonomik veya siyasi insentifler vermek, diğerine bir nevi promosyon sağlamak, maddi veya manevi yardım sağlamak olarak gelişebilir. Tehditle gelen ceza ise bunun tam tersi olarak tezahür eder. Amerika’nın geçtiğimiz günlerde UNESCO’ya yaptığı da bu kategoridedir. UNESCO Filistin bağımsız devletini tanıyacağını açıklayınca İsrail’in avukatı Amerika UNESCO’yu önce uyardı, sonra da şimdiye kadar yapageldiği maddi yardımı yapmayacağını bildirdi. ABD gibi önemli bir kaynaktan küçümsenemez bir miktarda paranın kesilmesi UNESCO’yu Filistin’i tanıma fikrinden caydırır düşüncesi ile bu yola başvuruldu. ‘Ben senin sırtını sıvazlayayım sen de benimkini’ siyasetidir bu.
Sen sıvazlamazsan o zaman ben de vazgeçerim diyerek karşılıklı çıkarlar üzerine kurulu ilişkiyi hatırlatmaktır da. İran gibi güçlü bir ülke ile kendi başına başa çıkamayacağını bilen İsrail de küçük çocuğun abisinin arkasına saklanmasına rağmen etrafındakilere sataşmaktan da geri durmadığı gibi mızıkçı ve sevimsiz çocuğu oynuyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.