Necip Fazıl yine şaşırttı
Üstad bütün haşmetiyle tartışma gündemine oturdu ya, ne kadar sevinsem azdır.
Geçen yüzyılın ortalarında (1950 ve sonrası) doğmuş bizim kuşağın bir bölümü için en önemli etki odağı, hepimizce hürmeten ‘Üstad’ olarak anılan, Necip Fazıl Kısakürek’tir. Son zamanlarda adı fazlaca geçmiyor olabilir, ama yaşadığı dönemde (1904 - 1983) kendisinden çok söz ettirmeyi bilmiştir.
Kitapları yanında konferansları ve çoğunu hâlâ ezberden okuyabildiğimiz şiirleriyle, bizim kuşağa ve bizden sonraki birkaç kuşağa rehberlik etmiştir. Allah rahmet eylesin.
Dersim’le ilgili tartışmalarda heyecanı artıran, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisi ve arkadaşları üzerinde en büyük etkilerden birine sahip Üstad’ın konuya ilişkin görüşlerini aktarması oldu. Necip Fazıl, hem 1950’lerde ‘Büyük Doğu’ dergilerinde yazdığı makalelerde, hem de 1969’da yayımlanan ‘Son Devrin Din Mazlumları’ eserinde ‘Dersim’ olayının nasıl büyük bir facia olduğunu gözüyle görmüşcesine anlatır.
Konuya ilişkin son cümleleri şunlardır Üstad’ın: “Celâl Bayar’ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur! Dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu’yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.
“Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.”
Necip Fazıl’ın tanıklığının Tayyip Bey’in ağzından gündeme gelmesi sonrasında sağda-solda çıkan yazıları Üstad’ın duruşunun nasıl yorumlandığı merakıyla da okuyorum. Onun gibi ‘Ehl-i Sünnet’ akıdesine kayıtsız bağlı bir yazarın Dersim gibi ‘Aleviler’ için simgesel değeri olduğu bilinen bir konuda ‘ağıtlar’ yakmasının zihinlerdeki pek çok önkabulü yıkması beklentisiyle...
Öyle olmadı. Anılarının basınla ilişkili bölümünü anlattığı ‘Bâbıâli’ adlı kitabında kendisinin de ikrar ettiği geçmişteki ‘kumar’ iptilâsını gündeme taşıdılar. Bundan “Kumarbaza güvenilir mi?” sonucunu çıkarmamızı umarak...
Sağlığında da, aynı tipler, kendisinden ‘Süper Mürşit’ diye söz ederlerdi, küçümseyerek...
Farklı bir yaklaşım daha da ilgimi çekti. Yazar dostumuz, Üstad’ın ‘totaliter’ eğilimli olduğundan söz ediyor, Üstad’ın Dersim yazılarında Celal Bayar ve Mareşal Fevzi Çakmak’ı olaydan sorumlu tutmasını, Tayyip Bey’in o satırları da okumasını bugüne taşıyarak, “Ak Parti ‘Türk sağı’ ile bağını koparmaya mı yöneliyor” sorusunu soruyor...
Celal Bayar DP’nin kurucusu ve cumhurbaşkanı olabilir, ama DP çizgisi Adnan Menderes üzerinden sürdü siyasette... Bunu unutmayalım. Mareşal ise... O hep ‘Mareşal’ olarak kaldı; bugün Ak Parti’yle süren siyaset çizgisi için önemli bir figüre hiçbir zaman dönüşmedi.
Her dönemin üzerindeki etkilerini hesaba katmadan insanları değerlendirmeye kalkışmak ne büyük yanlış... Bu yüzden, son tartışmayı izlerken, olayda doğrudan veya dolaylı adı geçenler namına hayli üzülüyorum...
Geçen yüzyılın başlarında (1900’lerin ilk yarısında) doğmuş hemen herkes, sadece bizde değil Avrupa ülkelerinde de, hafif tertip otorite hayranıdır. Batı’da Nazizm ile Faşizmin, Doğu’da Sovyet Komünizminin yükselişi “Kimin otoriterliği daha sağlam?” mücadelesine ve büyük bir savaşa dönüştüyse bundandır...
Büyük Savaş sonrası (1950 dolayları) doğanlar ise demokrasilerin yükseldiğine uyandılar. Her ne kadar ‘sağ - sol’, Hür Dünya - Sovyet Bloku, NATO - Varşova Paktı, Kapitalizm - Sosyalizm mücadelesine sahne olduysa da aynı dönem, mücadele, “Hangi demokrasi bize daha uygun?” zemini üzerinden yürüdü. Her cephe karşı tarafı ‘otoriter’ olmakla suçladı durdu.
Sözün kısası şu: ‘Totaliter ütopya yazarı’ sıfatını yakıştırıp Necip Fazıl’ı harcamak için fazlaca ‘totalci’ olmak gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.