Colonial mantık
İngilizler ve Fransızlar müstemlekelerini oluşturduklarında -ki bu dünya coğrafyasının hemen hemen yüzde seksenine tekabül eder-, işgal ettikleri yerlerde varlıklarını meşru kılabilmek adına sanki yardım etmek adına orada bulunuyorlarmış gibi davranmış, buna önce kendilerini sonra da yerel halkı inandırmışlardır. Bir şekilde biz kendimiz için bir şey istemiyoruza getirip ne yapıyorsak hepsi canlarımız olan sizler içindir diye cümleyi bağlamışlardır.
Yani işgalci güç aslında oralara gitmeyecektir ama müstemlekesi haline gelen bu coğrafyaların insanları o derece insanlıktan uzak, medeniyetten nasiplenmemiştir ki işgalcilerin de elleri bağlıdır, gidip onları adam etmekten, nasıl insan olunacağını onlara anlatmaktan, onlara öğretmekten, onları eğitmekten başka çareleri yoktur(!) Bu küstah duruş bir o kadar da hayal ürünüdür. Hani bizde irtica diye bir hayalet ‘yaratıp’ bir süre sonra da ondan korkmaya başlayan Kemalistlerin durumu gibi. Vahim bir durum...
Yüzyıllar boyunca bu duruş üzerine topraklarını genişletmiş, eğitirken nasıl insan olunur değil de nasıl Batılı olunur’u öğretmeye çalışmışlardır. Yani sonuç olarak da onlara sorarsanız eleştiriyi değil de teşekkürü hak etmişlerdir. Çünkü İngiliz ve Fransız kafası kendinden verdiğini, fedakarlık ettiğini düşünmektedir. Daha doğrusu böyleymiş gibi lanse etmektedir. Bunu sadece hainliğinden böyle çerçevelendirmektedir.
Toprak ve insan gücü istismarını bu şekilde kapatmaya, göz ardı ettirmeye çalışmaktadır. Ama bu duruşun şecaat arzederken sirkatin söylemek olduğunun da farkında değildir.
Geçtiğimiz günlerde İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan’ın sarfettiği sözler beni aldı bu müstemleke mentalitesi üzerine düşünmeye sevk etti bir kere daha. CHP’nin Ankara milletvekili olan Bilgehan’ın sözleri bu davranış düzenini çağrıştırıyordu çünkü. Bilgehan Dersim katliamına atıfta bulunurken “Sonuçta bugün Tunceli en görgülü, en eğitimli insanlardan oluşuyor.
Sürgüne gönderilen genç kızlar da çok iyi yetişti” diyerek büyütülecek bir şey olmadığını ima etmiş ve eklemiş: “Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı.” Şimdi sormak lazım: Yukarıda bahsettiğimiz kolonyal zihin yapısından ne farkı var böyle düşünebilen bir zihnin? O günleri canlı canlı yaşayıp ölü yığınlarının altında kalma pahasına da olsa hayatta kalma mücadelesi veren Dersim’in kız çocukları bugün geçmişlerinden koparılmış olarak dolaşıyor aramızda.
Cüzi iradeleriyle çizebilecekleri kaderleri de çok görülmüş çünkü onlara. Bir başkası, Beyaz Adam’ın Şark’a kasdetmesi misali kasdetmiş onların varlığına. Dün dede İnönü, bugün torun Bilgehan temsil ediyor bu kafa yapısını. Bu ifadelerle katliamın onaylanması da cabası.
Bilgehan dedesine yüklenilmesinden de müşteki. Hakkının yendiğini düşünüyor olabilir belki de. İnönü adı baskıcı zihniyetle daha çok anılıyor olabilir, doğrudur. Belki de bundandır ki Bilgehan Dersim olaylarının zaman dilimi ile alakalı olarak “İnönü’nün yerine Atatürk’ü yazmak gerekir diye düşünüyorum. Çok açık. İnönü diye söylediği bütün dönem Atatürk dönemidir. O dönem tek parti dönemi, milli dava dönemi. Kaldı ki imparatorluktan beri süregelen birtakım sorunlar var...
İsmet İnönü hatıralarında, ‘Ben 1937’de Dersim’i bıraktığım zaman mesele büyük çapta hallolmuştu’ diyor. Dedemi savunmak için de bunu söylemiyorum. Ondan sonra yönetimde olanlar da o dönemi devam ettirmişler. İnönü’nün torunu olarak hatıralarından benim okuduğum; ‘1937’de bıraktığımda iş bitmişti’ diyor. En azından şunu insaf ederek söylemek gerekiyor ki son bir yılda İnönü yok. Pembe Köşk’te, evinde oturuyor, ayrılmış. Sürgünlerin olduğu, isyanın en ağır şekilde bastırıldığı zaman İnönü Başbakan değil zaten” ifadelerini kullanıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.