En büyük Türk düşmanı
En büyük Türk dostu sonunda en büyük Türk düşmanı çıktı.
Siz düşmanınızı tanımazsanız dostum diye düşmanınızı bağrınıza basarsınız. Hatıb- leylin yani gece oduncusunun odun niyetine yılanı sırtlaması gibi. Yıllar yılı Bernard Lewis, Türk dostu olarak algılandı. Dostluğu yapmacık ve hesaplı imiş. Güya Ermeni tezleri konusunda bizi savunuyordu. Elbette bizi savundu lakin savunması hesapsız değildi. Türkiye’yi İsrail’in yanında tutma karşılığında bize edebi anlamda destek verdi.
Ve hatta Ermeni tezlerine itiraz dolayısıyla Fransa tarafından sembolik bir cezaya da çarptırıldı. Lewis’in kendisine göre haklı sebepleri de vardı. Ermenilerin soykırım davasının Nazi soykırım davasını gölgelemesini istemiyordu. Yahudilerin her şeyi eşsiz (unique) olmalıydı. Bu nedenle Ermeni tezlerine itiraz ederek hem bize hem de kendisine hizmet etti. Lakin Selanikli çömezlerinden Sarkozy, Ermeni oyları uğruna Bernard Lewis’in itirazlarını falan dinlemiyor. Bu gidişle Fransa’da Ermeni tezlerine katılmamak hapis nedeni olacak. Demokratik ülkeye bakın hele!
Ne de olsa bir zamanlar Lewis hesaplı kitaplı tavırlarla bizim gönlümüzü hoş etmişti. Lakin şimdi ne olduysa bize kin kusuyor. Yine İsrail’in çıkarları için. ‘Bernard Öcalan’ veya ‘Bernard Kinkusan’ dense sezadır.
Hakikatte adam bizim dostumuz hiç olmadı. Sadece Türkiye’de resmi ideolojinin yanında durdu ve bunu İsrail’le ilişkilerin garantisi olarak gördü. Adamın İsrail’de evi var ve her dem buraya dinlenmeye geliyor. Akademik çalışmalarından yorulduğunda soluğu İsrail’de alıyor ve dinlenme seanslarında boş durmuyor ve İsrailli liderlere akıl veriyor ve telkinlerde bulunuyor. Bilmiş adam. 11 Eylül sürecinde ve rejiminde de Beyaz Saray’ın akil adamlarından ve danışmanlarındandı. O dönemde Beyaz Saray’a gelerek Cheney’e akıl vermişti. Ele fırsat geçmişken ‘Şu kahpe Bağdat’ı vurun’ demiş olmalıdır.
¥
Adam birinci sınıf Türk düşmanı çıktı. Zira biliyor ki Türkler İslam aleminin fiilen ve potansiyel olarak siyasi lideridir. Ya onları İsrail’in yanına tutmalı ya da çökertmelidir. Milliyet gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş İsrailli tarihçi Ehud Toledano ile görüşmüş ve bu görüşmeden birçok sır öğreniyoruz. Bu sırlardan en büyüğü Türk dostu görünen Bernard Lewis’in katıksız bir Türk düşmanı olmasıdır. Aydıntaşbaş’ın ‘Neden Netanyahu son dakikada özürden vazgeçti?’ sorusuna tarihçi Ehud Toledano şu cevabı veriyor: “Masada iki tarafa da makul gözüken bir formül vardı. Ancak başında özür dilemeyince, Netanyahu sanki daha sonra ültimatoma boyun eğiyor gibi görünmek istemedi. Siyaseten de bu imkansızdı.
Ayrıca sadece Lieberman’ın karşı çıkması meselesi değil, genel anlamda hükümette yapılan değerlendirmede özrün hiçbir şeyi değiştirmeyeceği analizi yapıldı. İlişkiler yine eski haline dönmeyecekti. Bu noktada Netanyahu’ya çeşitli yerlerden verilen tavsiye ve özellikle de Bernard Lewis’in özür dilenmemesi yolundaki kişisel mektubu da etkili oldu. Bütün bunlardan dolayı özür dilememe kararı aldı.”
Lewis çok ilginç bir biçimde bundan bir müddet önce de yaptığı bir değerlendirmede 10 yıl içinde Türkiye’nin İran’ın yerini alacağını iddia etmişti. Wall Street Journal gazetesi bir Türkiye analizi yayınladı ve Bernard Lewis’e dayandırılan bu analizde Lewis “Türkiye 10 yıl sonra İran olur!” değerlendirilmesi yapıyordu.
¥
Fakat İran basınına bakarsanız Türkiye bir başka senaryonun ortağı. ‘Sanctioning Syria: The long road to Damascus’ başlıklı yazıda Maidhc Ó Cathail (Tehran Times, 21 Kasım 2011) Karanlıklar Prensi Richard Perle ve ekibi tarafından hazırlanan “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm” başlıklı raporun 1996 yılında Netanyahu için hazırlandığını ve sunulduğunu hatırlatıyor. Yazar Maidhc Ó Cathail söz konusu raporda İsrail için Suriye’nin Ürdün ve Türkiye üzerinden zayıflatılmasının tavsiye edildiğini hatırlatıyor.
Yazar 5 Eylül 2002 tarihinde ise AIPAC’ın Suriye’ye yönelik ambargo tavsiyesinde bulunduğunu ve 2011 yılı ile birlikte Arap Birliği’nin böyle bir karar aşamasına geldiğini hatırlatıyor. Dolayasıyla eski tezlerle aklınca yeni uygulama arasında anakronik köprü kuruyor. Amaç Şam yönetimini komplolar üzerinden aklamak. Burada zımni olarak Türkiye’nin iradesiyle Siyonist mahfillerin planları ilişkilendirilmek istenmektedir. Kürecik meselesinde de olduğu gibi. Halbuki Net Kırılma raporunun ilk hedefi Irak idi ve bu hedef İran’ın da dolaylı katkılarıyla kotarılmıştır.
İkincisi, Türkiye 1 Mart tezkeresinden itibaren ABD’ye uzak düşmüştür. Bunun tamiri yılları almış ve Türkiye aynı pozisyonu paylaşan Suriye’nin yalnızlığını da kırmıştır. Akıntıya kürek çekme pahasına. Özellikle de Neoconlar Suriye’nin yalnızlığını kırdığı için Türkiye’yi paylamışlardır. Türkiye onlardan zılgıt üzerine zılgıt yemiştir. ABD’nin Suriye’yi tazyik altında tutması karşısına Türkiye’deki hükümet ve İslami kesimler Neoconlara set çekmişlerdir. Şu anda ise Suriye rejimi halkıyla kavgalıdır ve mezalimini komplolar üzerinden aklamaya ve haklı çıkmaya çalışmaktadır.
‘Eski camlar bardak oldu’ hesabı bırakın Türkiye’nin “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm” raporuna ortaklığını aksine Bernard Lewis tarafından sabıkalı addedilmiştir. Üstelik Ürdün de bugün Suriye’ye yönelik ambargoya iştirak etmemiştir. BOP iddiasındaki ulusalcılar gibi İran basını da hayal ticareti yapmaktadır. Soy adaşım Ali Nihat Özcan da bu yollu bir yazı kaleme alarak Türkiye’nin Suriye’yi sıkıştırarak İsrail’in emellerine yağ sürdüğünü ileri sürüyor.
Doğrusu bu gibi temelsiz stratejik analizler eğlendirici oluyor ve bayılıyorum doğrusu (http://www.hurriyetdailynews. com/ turkeys-new-position-and-israels-interests.aspx?pageID=449&nID=8154&NewsCatID=419)! Asıl sorulması gereken soru şu: İsrail’i İran’ın füzeleri mi yıkacak yoksa arka çıktığı Beşşar’ın yıkılması mı? Bu tarihi sorunun cevabı geleceğin tarihinde gizli.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.