Neden iki kulağımıza karşı tek ağzımız vardır?
Hepimizin zaman zaman nedenlerini anlamaya çalışmamız gereken ilahi ya da doğal uyarılar var...
Bunlardan bir tanesi de "İnsanların iki kulakları olmasına karşın bir tane ağza sahip bulunmaları" değil midir?
En kısa yoldan bu yaratılış biçimini "Çok dinle az konuş" şeklinde değerlendirmemiz gerekmez mi?
Ancak özellikle televizyon tartışmaları ile kitlelere de sunulan modelde, insanların tek kulağa ve birden fazla ağza sahip olduklarını düşünmeye başlamadık mı? Kimse karşısındaki konuşmacıyı dinleme eğiliminde görülmüyor bu tartışmalarda.
"Sözlerini bitirse de ben konuşmaya başlasam" düşüncesinin diğer katılımcıların yüzlerindeki ifadelere yansıdığı açıkça görülüyor.
Bazen konuşmacının sözlerini bitirmesine kadar da beklenilmiyor.
Monologlu diyalog
Aslında siyaset dünyamızdaki genel tablo da böyle.
Meydan mitinglerinde kitlelere karşı konuşan siyasetçilerin, kendilerinin halkla diyalog yaptıklarını zannettiklerini de görmüyor muyuz?
"İki kulağa karşın tek ağız" gerçeğine tartışmasız uyulan tek alan galiba müzik.
Bestelerin ustaca yorumlandığı, billur seslerin notaları ve güfteleri hatasız ve büyüleyici biçimde yorumladığı anlarda, kimse "Ben bunları dinlemem, bu şarkıları ben söylerim" diyemiyor.
Geçen hafta Büyük Kulüp'teki konserde bu gerçeğin yansımalarına bir kez daha tanık oldum.
Taylan Kendirli yönetimindeki koronun ve Bekir Ünlüataer ile Aybige Demir'in solo icralarının yer aldığı konserde, büyük bir dinleyici topluluğu, çıt çıkarmadan dinliyordu onları.
Dinlemenin erdemleri
Büyük Kulüp'ün Başkanı eski dost Duran Akbulut'un yanında konseri izlerken, aynı salondaki Tülün Korman, Serap Mutlu Akbulut, Nevzat Atlığ, Fatih Salgar, Süheyla Altmışdört, Münip Utandı, Adnan Mungan gibi musikimize büyük katkıları olan isimlere baktım.
Hepsi konseri ve icraları ben ve diğer izleyiciler gibi, nefeslerini tutmuş biçimde dikkatle dinliyorlardı.
Konserin ilk parçası her dinleyişimde "Bir kez daha dinlesem" dediğim Hacı Faik Bey'in "Dügah Kar"ıydı.
O bestedeki şu dizlere tutkunum:
"Gönlümde keder kalmadı kalmadı ey zülf-ü kemendim
Ettim bu Dügah Kar'ı ahibbaya hediye
Kim dinler ise Faik'i yad eylemelidir
Erbab-ı terennüm okuyup daim'ül evkat
Ruh-i selefi aşk ile şad eylemelidir"
Sazlar çalınır...
Konserde Hacı Faik Bey gibi, Suphi Ziya Özbekkan, Rıfat Bey, Hacı Arif Bey, Lemi Atlı, Şevki Bey, Vasilaki Efendi, Tatyos Efendi, Rakım Elkutlu, Lavtacı Hristo, Bimen Şen, Mısırlı İbrahim ve Münir Nurettin Selçuk da, eserleri çalınıp söylenilerek yad edildiler.
Yaylı tanburu ile Fahrettin Çimenli, udu ile Osman Nuri Özpekel, viyolonseli ile Sermet Kutluğ, tanburu ile Gamze Ege Yıldız, kanunu ile Ayşe Ayan, kemençesi ile Şehnaz Ayan ve neyi ile Volkan Yılmaz, taksimlere, peşrevlere, semailere hayat verdiler.
Yeşim Altınel kemanı ile Saba'dan Hicaz'a geçiş taksimi yaparken, eşi Dr. Adnan Çoban da korodaki yerinden onu dinliyordu.
Sololar ve fasıl
Bekir Ünlüataer de, Aybige Demir de solo icralarında hatasız mükemmeliyete ulaştılar.
Konserin son bölümündeki Kürdilihicazkar faslı ise "Hiç bitmese" dedirtecek kadar güzeldi.
Tatyos'un "Ehl-i aşkın neşvegahı kuşe-i meyhanedir"iyle başladı, Bimen Şen'in "Seninle ey gül-i Ahsen"iyle bitti Kürdilihicazkar faslı.
Evet... Bu konserde "Neden iki kulağa karşı tek ağız vardır" sorusunun cevabını bir kez daha buldum.
Dinlemek (veya dinleyebilmek) gerçekten bir nimettir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.