Yılın en önemli olayı...
Son yüz yıllık tarihimizde, İttihat Terakki zihniyeti, kurduğu statüko ile bir vesayet rejimi teessüs etti.
Halka rağmen halk adına yönetim diyeceğimiz bu rejim, cinayetlerle, suikastlarla, darbelerle her alanda hâkimiyet kurdu. Medya ile de vesayet rejiminin üzerine bir şal örtüldü. Basın meslek ahlakı yerlerde süründü. Yargı, üniversite, medya, yarı resmî sivil toplum kuruluşları, sendikalar mahşerin atlıları gibi vesayete payandalık ettiler. Darbelerden sonra cübbeleriyle sokaklarda yürüyen profesörler, Kenan Evren ve arkadaşlarını ilk ziyarete giden Anayasa Mahkemesi üyeleri, 28 Şubat'ta Genelkurmay Karargâhı'nda brifing alan ve komutan içeriye girdiğinde ayağa kalkan Yargıtay üyeleri ve gazeteciler, verdikleri pozlarla aslında her şeyi anlattılar...
Her darbeden sonra halk, darbecilere inat, darbecilerin mağdur ettiği partileri destekledi. Halk seçti, vesayetin güç odakları ertesi gün darbe düğmesine bastı. Her seferinde astılar, öldürdüler, korkuttular fakat halk pes etmedi. Vesayetçiler de yılmadı. Metot değiştirdiler, postmodern darbelere, e-muhtıralara geçtiler. Ha bir de, darbeden sonra gelen halk desteğindeki partilerde, kendilerince emniyet supapları kurdular. Bu gerçeği de en güzel, "milletin emaneti" olarak geçenlerde ebedi âleme uğurladığımız rahmetli Aydın Menderes, Aksiyon Dergisi'ne verdiği son röportajda söyledi. "Babamın etrafında hainler vardı, çevresi kuşatılmış yalnız ve çaresizdi." dedi. Bu kuşatılmışlık hep devam etti...
Vesayet, çelikten bir mengeneydi. Bilhassa medya, halkın zihnini bulandırıyor, vesayeti, "işte size demokrasi" diye yutturuyordu. "Orada bir köy var uzakta, gitmesek de o bizim köyümüz" havası estiriyordu. Olmayan demokrasiyi varmış gibi gösteriyorlar, bir yandan bankaları hortumlarken, bir yandan da ortak manşetlerle, vesayetin ellerini un çuvalına batırıyorlardı... "Yalakalık" evet, çok kötü bir şeydir. Bir karakter zaafıdır. Mesleğimiz için bir onursuzluktur. Amma, bu ülkede en büyük "yalakalık", vesayetin yalakalarında görülmüştür...
Tek bir şey söyleyeceğim. Çarşamba günkü yazımda yazdım. 111 kişinin öldüğü Maraş katliamının hemen sonrasında, İçişleri Bakanlığı görevine getirilen Hasan Fehmi Güneş'in ifadelerini köşeme taşıdım. Bir İçişleri Bakanı diyor ki: "Alevilerin evi tespit edilmiş, yakılacak evler işaretlenmiş. Bütün bunlardan bir saldırı olacağı belli. İstihbarat (MİT) bilerek bilgi vermiyor. Ben istihbarat örgütünün (MİT'in) oradaki katliama katkı yaptığı konusundaki iddianın, aklanmadığı kanısındayım. Engel olmuyor meselesi değil sadece, (MİT) bizzat katkı yapıyor."
Bir İçişleri Bakanı, "İnsanlarımızın katlinden devletin istihbarat teşkilatı sorumludur." diyor. Bu feryat üzerine, Türkiye'de yer yerinden oynamalı değil mi? MİT hakkında derhal soruşturma başlatılmalı değil mi? Halen AK Parti milletvekili olan Şamil Tayyar, geçen ay çıkan kitabında "PKK'yı MİT kurdurdu" diyor. Vesayetin askeriyede, medyada, üniversitede, siyasette ayağı var da, MİT'te yok mu? Bu soruşturulmayacak mı? Susurluk aydınlatılamayacaksa, MİT içinde suça bulaşanlar hesap vermeyecekse, Ergenekon davalarının sonucundan nasıl emin olabileceğiz?
Tek tesellimiz, 12 Eylül referandumundan çıkan yüzde 58 evettir. O "evet"te, demokratikleşme adına, seçmenin dimdik ayakta duran iradesi var. O iradeyi kimse zaafa uğratamaz. 2012'ye devredilen en büyük umut, referandumdaki iradedir. O irade, Ferhat Sarıkaya'nın görevine dönmesine, Silahlı Kuvvetler'den atılanların hakkının iadesine damga vurdu. O irade, Şemdinli davasını askerî mahkemeden alıp Van Ağır Ceza'ya nakletti. O irade, Silivri'deki darbe teşebbüsü davalarının, askerî mahkemelere gönderilmesinin önünü tıkadı. O irade, 2011'deki genel seçimlerde AK Parti'nin yüzde 50 oy alarak yeni bir anayasa yapma ile vazifelendirilmesini sağladı.
Yılın olayı bence, 12 Eylül 2010'daki referandumun rüzgârıdır. Çünkü son iki asırlık tarihimizde ilk defa halk, demokratikleşme iradesiyle devreye girdi. O irade, 2012'ye de damga vuracak...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.