Rahatsızlık duyulsa da konuşacağız
Yeni yıla doğru yayımlanan her siyasi program gibi 32. Gün de Yeni yılda Türkiyeyi ne bekliyor? sorusunun cevabına ayrılmıştı. Soli Özel rahatsızlık, Hasan Cemal meşguliyet mazereti bildirip gelmeyince Prof. Emre Alkin ve Ümit Fıratlı bir program oldu benim katıldığım...
Girişin seebebini şimdi anlayacaksınız...
Ümit Fıratın artık Kürt sorunu diye adlı adınca anılmaya başlanan sorunun çıkışına ışık tutan sözlerini zihnime kazıdım: Bütün eğitim hayatımızda Türk olduğumuz söylenerek büyüdük; sonra birdenbire Kürt olduğumuzu öğreniverdik. Türk olmanın herhangi bir mahzuru yok elbette, ancak bir Kürt neden Sen Türksün diye eğitilir? O gün bugündür bu mücadele sürüyor. Şimdi bana Kürt olmak nedir? diye sorulsa hemen Türk olmamak... cevabını veriyorum...
Cumhuriyeti kuranlar buna bir proje olarak yaklaştılar. İmtiyazsız, sınıfsız olduğunu ilân ettikleri, etnik ve dinsel benzeşme konusunu es geçtikleri bir projeydi zihinlerinde yaşattıkları... Cumhuriyet kuruldu, projeyi ayrıntılandırma ve kitlelere benimsetme görevi önce solcu Kadro dergisi çevresine verildi; sonra Recep Peker ve Mahmut Esat Bozkurt gibi ulusalcılara...
İdeolojik temeli Cumhuriyet rejiminin, bu iki eksenin mücadelesiyle pekişti: Sol ile ulusalcılık... Sol sanat, edebiyat, müzik çevrelerini rejime bağlarken, ulusalcı kimlik de dışlayıcı özellikleriyle siyasette kendini gündemde tuttu.
ABDde üniversiteler yeni yıl öncesi yarı-yıl tatiline girdi; bu sebeple orada okuyan çok sayıda öğrencimiz Türkiyede... Yarı-yıl tatili sayesinde ABD üniversitelerinde hocalık yapan Türkler de Ne oluyor? merakıyla daha yoğun ilgi gösteriyor ülkelerine... Harvard Üniversitesinin Ortadoğu Araştırmaları Merkezinin başkanı Prof. Cemal Kafadar da tatile gelmiş olmalı ki, 2011 yılını en başarılı genç gazeteci listesinin başlarında yer alarak bitiren Radikalden Ezgi Başarana konuk olmuş...
Okurken Ümit Fıratın dikkat çektiği bir noktayı Cemal Kafadarın da paylaştığını fark ettim...
32. Günde Cemaat konusunu işlerken Ümit Fırat San Fransiskoda düzenlenen Anadolu Kültür ve Yemek Festivalinde Ermeni mutfağına da yer verildiğini söylemişti; büyük bir ayrıcalıkmış gibi... Prof. Kafadar bunun gerçekten bir ayrıcalık olduğunu hatırlatıyor: Anadolunun birçok şehrinde etnografya müzeleri var, Ermeninin Esi geçmez. Bu jenosit meselesinin ötesinde, başka türlü bir silmek. Neyi tanımıyoruz? dediğinizde, sadece ölümleri, acıları değil, bir kültürü, zaman zaman gururla zikrettiğimiz birarada yaşama tecrübesini...
Oysa asırlar boyu karşısındakinin etnik kimliğini bilerek ve bundan hiç gocunmayarak birarada yaşamadı mı bu topluluklar? Ermeniyi millet-i sadıka olarak andı... Bazıları Said-i Nursiden Said-i Kürdi diye söz edince onu küçümsediğini sanıyor; oysa Osmanlının siyasetle ilgilendiği son dönemlerinde kendisi kullanıyordu o ismi ve ayrı bir saygı görüyordu. Araplar, Rumlar, İmparatorluğun başka etnik unsurları o kimlikleriyle siyasette, bürokraside, basında yer alıyorlardı.
Kuva-yı Seyyare komutanı Ethem Beye Çerkes Ethem dendiğini duyduğunuzda, sonradan Yunanlılara sığındığını bildiğiniz için, onu tahkir amaçlı bir isimlendirme sayabilirsiniz; hayır, tam tersine, Çerkes sıfatıyla onu taziz ediyordu o dönemde adını ağzına alan...
Doğal olarak anayasa konusu da gündeme geldi 32. Günde... Kürt sorunu gibi çetrefil sorunların üstesinden gelebilmek için anayasayı yenilemenin şart olduğunu söylediğimde, Ümit Fırat, Alevilik ve başörtüsü sorununun da diye ekledi. Doğru. Cemal Kafadar da Ezgi Başarana, Alevilik sorununun çözüm formülünü güzel özetlemiş: Aleviliği İslamiyetin bir yorumu olarak kabul etmediğiniz sürece, Aleviler tam anlamıyla kendilerini eşit hissedemez...
Maraş ve Çorum olaylarının dosyalarının yeniden açıldığı şu günlerde önemli bir tespit bu.
Programı birlikte izlediğimiz ABDde okumuş bir genç, Demek artık televizyonda böyle konuşmalar yapılabiliyor dedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.