Ergenekon ruhu geri mi döndü?
Hrant Dink, öldürülmeden dokuz gün önce, yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinde çok dokunaklı bir yazı yazdı. Yazının başlığı, "Ruh halimin güvercin tedirginliği" idi.
Bir yazısından dolayı, nasıl "Türk düşmanı" ilan edilip, hedefe konduğunu özetliyordu. Başlangıçta, "Türklüğü aşağılamak" suçlamasıyla, Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nca hakkında başlatılan soruşturma onu tedirgin etmemişti. Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordu. Ama dava açılmıştı. Bir düğmeye basılmış gibiydi... Bilirkişi olarak tayin edilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyet, Dink'in yazısında suç unsuru olmadığına dair mahkemeye bir rapor sundu. Ama savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmasını istedi.
Dink yazısında, diaspora Ermenilerine; "sizde Türk düşmanlığı ile zehirlenmiş bir kan var, bunu temizlemelisiniz..." dediği halde, davanın her celsesinde, "Türk'ün kanı zehirlidir" dediği dile getiriliyordu. Gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında Ergenekon medyası yoğun bir kampanya yürütüyordu. Her seferinde "Türk düşmanı" olarak biraz daha meşhur ediliyordu. Veli Küçük'ler, Kemal Kerinçsiz'ler boy gösteriyordu. Ulusalcılar, adliye koridorlarında üzerine saldırıyor, küfürler ediyordu.
Dava sonucunda hâkim altı ay mahkûmiyet kararı verdi. Avukatları Yargıtay'a başvurdu. Yargıtay da onu suçlu buldu. En sonunda Genel Kurul'da oyçokluğuyla Hrant Dink'in, Türklüğü aşağıladığı ilan edildi. Dink artık tedirgindi. Kendini bir güvercin gibi ürkek hissediyordu. Yazısını şöyle bitirdi: "Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz..."
Ama yanılmıştı. Bu ülkede binlerce faili meçhul cinayet işlenmişti. Abdi İpekçi kurşunlanmıştı. Cinayet Mehmet Ali Ağca'ya yüklenmiş, sonra da bu tetikçi askerî cezaevinden kaçırılmıştı. Dersim'de masum insanlar bombalanarak katledilmişti. Çorum'da, Maraş'ta, Sivas'ta, Alevi-Sünni çatışmaları provoke edilmiş, darbelere zemin olsun diye üniversitelerde sağ-sol çatışması gibi gösterilip, gençlerin binlercesinin ölümü seyredilmişti. Hrant bunları unuttu. Unuttu ve bunu hayatıyla ödedi. Etyen Mahçupyan'ın dün Zaman'da dediği gibi Trabzon'dan İstanbul ve Ankara'ya, Jandarma'dan Emniyet'e ve MİT'e uzanan geniş bir yelpazede onlarca kişi bu cinayeti önceden gördü, bildi ve sustu. İş burada da kalmadı... Mahkeme süresi boyunca deliller saklandı, karartıldı ve çarpıtıldı. Resmî makamlar hiçbir soruyu yanıtlamadıkları gibi, gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemek üzere ellerinden geleni yaptılar. Ve mahkeme, Dink cinayetinin örgüt işi olmadığına hükmetti... Haberi ilk duyduğumda, "Ergenekon ruhu geri döndü" dedim... Evet, bu dava bitmedi, tam tersine yeni başlıyor. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun hazırladığı rapor tamamlanmak üzere. Yeni bir dava da açılabilir. Ayrıca temyiz safhası da var. Fakat soru beynimizi zonklatıyor: Bu ülkede bir gazeteciyi öldürmek, bu kadar organize ve planlı olduğu halde, neden böylesine pervasızca bir perdeleme, göz yumma, yol verme var? Hrant, Ermeni olduğu için mi?
Hrant Dink davası bu ülkede adaletin namus davasıdır. Hükümetin namus davasıdır. Namus ve onur davasıdır. Hrant Dink isteseydi Türkiye'yi terk edebilirdi. Ama ölümünden önceki o son yazısında şöyle dedi: "Kaynayan cehennemler"i bırakıp, "hazır cennetler"e kaçmak, her şeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.Türkiye'de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi...
Hrant Dink davasına sahip çıkmak da bugün; adalet, insanlık, özgürlük, barış ve huzur diyen herkesin, Dink ailesine, bu ülkede yaşayan bütün azınlıkların varlıklarına, haklarına saygının gereğidir. İnsan olmanın gereğidir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.