Taha Kıvanç
Gazeteleri mütalaamı henüz tamamlamıştım ki beklediğim telefon geldi. Nihayet yazmışsın tezimi diyen dostum, sözlerini, Umur Talunun yazısı da Katar üzerine diye tamamladı.
Sanki medyada meydana gelen gelişmeleri aktardığım dünkü Kulis Katar üzerine sayılırmış gibi...
Yazımda Arapça ve İngilizce (bu arada başka dillerde de) haber kanalları bulunan El-Cezire televizyonunun Türkiye macerasına değinmiştim. Katarlı sermayedarlarla kaderini birleştirmiş Türk ortak durduk yere istifa etmişti. Vesile bu ya, ben de dostumun, aylardan beri başımın etini yediği El-Cezire-Türk sıkıntılı bir proje; yaptıkları harcamalara kanma, yayına başlamayacaklar tezini hatırlattım.
Dostumun tezi özetle şu: Arapça ve İngilizce kanalları bayağı ağır isimler transfer edilerek yayına başlamıştı; EC-Türk aynı yoldan gitmiyor; Katarlılar sıradan işe isimlerini vermez; sonunda vazgeçecekler...
Türk ortağın ayrılışını yolun sonuna yaklaşmak olarak görüyor dostum.
Hayatımda Katara bir kez gittim, ama ne gidiş: Ülkenin bayağı lüks havayollarının ilk koltuğunda seyahat ederek... Pasaportuma şöyle bir göz atıp Geç demişti Katarlı gümrük görevlisi... Uçağın kapısından beni alan mihmandar kocaman bir limuzinle kent dışındaki bir otele götürmüştü... O otelde iki gece kaldım, ülkenin başka hiçbir yerini görmeden aynı göğüs kabartan ve Ben neymişim, vay be! dedirten muameleyle geri gönderildim...
Vesile, Katar Şeyhinin eşinin himayelerinde çalışmalarına başlayan bir merkezdi; Basın Özgürlüğü Merkezi... Bazısı eski başbakan ve bakan, bazısı medya patronu ve kıdemli gazeteci olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinden tanınmış simaları biraraya getirmişlerdi. Merkezin başında ülkesinde iyi tanınan bir Fransız gazeteci vardı.
Merkezin danışma kurulunun üyeleriyle İslâm Dünyasında ve Batıda basının sorunları üzerinde konuşur, otoriter rejimlere sahip Arap Dünyasında gazeteciliğin ne kadar zor olduğuyla ilgili öyküler dinlerken, Katar sanki farklı mı? sorusu aklıma gelmişti. Son etkinlik olarak bizleri Katarlı gazetecilerin karşısına çıkardıklarında cevabını öğrendim o sorunun: Sorunlu bir medya düzeni vardı Katarın da; buna karşılık Katarlı gazeteciler sorunlarını kameralar önünde açıkça tartışabilecek cesarete sahipti.
Birkaç ayda bir toplanma sözüyle ülkelerimize döndük, ancak Merkezde meydana gelen iç çekişmeler yüzünden bir daha biraraya gelemedik. Zaman zaman Merak etmeyin, kendimize yeniden çeki düzen veriyoruz; sizleri yine çağıracağız haberi ulaşıyor, ama önceliğini İslâm Dünyasında gazeteciliğin kalitesini yükseltmeye ve özgürlük kanallarını zorlamaya veren Doha Merkezi bir proje halinde kalıverdi...
Katar Şeyhinin eşi Şeyha Mozah bin Nasser Al-Missnedin himayelerinde olduğu ve ilk etkinlik için dünyanın parası harcandığı halde...
El-Cezire-Türk konusunda adımların atıldığı döneme rastlıyor katıldığım etkinlik... Şeyh ile Şeyhanın, heyetin onuruna verdikleri akşam yemeğinde, beni bir kenara çekip Türkiye ve liderleri hakkında olağanüstü olumlu sözler sarf ettiklerini hatırlıyorum.
Umur Talu dün bir Arap profesörün Katar ile Türkiye ilişkilerine dair görüşlerini aktarmış. Bölgesel ittifakların yeniden düzenlendiğini, Türkiye ile Katarın Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle birlikte bir cephe oluşturduklarını, İran, Suriye, Hizbullah ve bir takım İslâmi hareketlerin diğer cephede buluştuklarını söylemiş Prof. Ahmed Musalli... Dikkat edin, Türkiye veya Katar İsraili suçlamayı kesti; İsrail meselesi artık tâli, önemi yok da demiş...
Acaba?
Katarla Türkiye arasındaki bağların eskisi kadar güçlü olduğundan kuşkuluyum. El-Cezire Arapça ve İngilizce kanallarında Ankarayı mutsuz eden pek çok haber yayımladı. El-Cezirenin Türkçe yayınlarının gecikmesi -belki hiçbir zaman yayına geçmeyeceği- biraz da bu yüzden... Katara son zamanlarda bayağı soğuk davranıyor Ankara...
Yeniden aradım dostumu, düşüncelerimi aktardım. Haklı olabilirsin, ama Prof. Musallinin tezini de yabana atma dedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.