Kucaklaşma zamanı
Kâinatın en mükemmel varlığı insan; âciz olarak yaratılmıştır. Yaşayabilmesi için başkasına muhtaçtır. Bu ihtiyaç insanları beraber yaşamaya, kardeş olmaya sevk etmiştir. Hiç kimse; müstâğnî davranarak kendimi, varlığımı, dînimi, mukaddesatımı tek başıma koruyabilirim diyemez. Aksini düşünen gaflet içinde ve tehlike altındadır.
Bu sebeple, Cenâb-ı Hakk’ın müminlerden istediği; toplu olarak kardeşçe, birlik-beraberlik içinde bulunmalarıdır. Ayet-i kerîmede meâlen:
“Hepiniz topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Sakın parçalanmayın ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün, sizler birbirinize düşman iken, o sizin kalplerinizin arasına ülfet verdi de onun nimeti sayesinde uyanıp kardeşler oldunuz.”(Âl-i İmran 103) fermanıyla Hz. Allah (c.c.) cemaatin ve kardeşliğin önemini bildirmiştir.
Müminlerin önce kalplerinde hâsıl olan ihlâs ve muhabbetleri, sonra da gönül birliği içinde toplu çalışarak yaşamaları; her alanda başarıyı getirdiği gibi, şeytanların vesvese ve kandırmalarına karşı en büyük korunaktır. Dolayısıyla birbirlerine şefkatle kenetlenip, kol-kanat gererek, bir şekilde yaralanan kalpleri kırılan, cemaat ruhu zedelenen ve fitneye maruz kalan müminlerin, kurda-kuşa yem olmamaları gerekir.
Beşerî zaaflarımız icabı bir takım maddî ve mânevî hastalıklarla karşı karşıyayız. Bunlardan mânevî bünyemize arız olan, tehlikeli ve bulaşıcı hastalıklar: gıybet, dedikodu, yalan, iftira ve riyakârlık yaygın halde iken, son zamanlarda bir de “bizden öncekileri tenkit etme” hastalığı görülüyor ki, sanırım en bulaşıcı ve tehlikelisi bu marazdır. Maalesef bu hastalık toplulukları kemirme istidadı gösterdiğinden, geçmişle sonrakiler arasında kopukluk tehlikesi belirmiştir.
Yüce Rabbimiz (c.c.) sonrakilerin, önceki geçmişlerine karşı takınmaları gereken tavrı bizlere şöyle beyan ediyor:
“Onlardan sonra gelenler şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Ey Rabbimiz! Muhakkak ki, sen çok şefkatli ve merhametlisin.”(S.Haşr 10)
Buna ayete göre; öncekilerin (varsa) hata-kusurlarına, tenkit ve nefretle değil, Dua ve istiğfarla yardımcı olmak lâzımdır. Bütün Peygamberlerin ve onların vârislerinin prensibi budur. Yani, bizden sonrakilerin bizi hayırla yâd etmelerini istiyorsak, seleflerimiz hakkında öyle davranmalıyız.
Müminlerin kardeşleriyle sosyal münasebetlerinde sıkıntı, kopma, küsme ve husumet gibi arızalar meydana gelirse, nasıl telâfî edileceğini Kütüb-i Siteden hülâsa edelim:
Hz.Peygamberimizin aziz torunu Hz.Hüseyin (r.a.) ile Amr ibni Âs(r.a.)’ın oğlu Hz.Abdullah (r.a.) küsmüş konuşmuyorlardı.
“Bir gün Hz.Abdullah, Mescid-i Nebî’de ders halkasındaydı. O sırada Hz. Hüseyin içeri girdi ve selam verip biraz ötede bir yere çekildi. Abdullah’ın yanına gelmedi. Selâmı alan Abdullah ise, yanındakilere dedi ki;
-Şu zatı görüyorsunuz ya! Sema ehli bunun, yeryüzündeki insanların en hayırlısı olduğuna kanîdirler. Ne yazık ki, Sıffîn harbinden bu yana benimle küs, konuşmuyor. Konuşması için sahralar dolusu kızıl koyunum olsa sadaka verirdim…
Bunun üzerine eshabın büyüklerinden Ebû Said el-Hudrî (r.a.):
-Madem Hüseyin’i yeryüzünün en hayırlısı görüyorsun. Öyle ise ben sizi barıştırırım, dedi.
Ertesi gün Abdullah’ı da yanına alıp Hz.Hüseyin’in evine gittiler. Kendisi önce girdi, rica ile Abdullah’ı da kabul ettirdi. Şöyle konuştular:
-Benim yeryüzü halkının en hayırlısı olduğumu söylemişsin, bu doğrumu?
-Elbette. Onda hiç şüphem yoktur.
-Madem öyle, Sıffîn’de neden Muaviye(r.a.) tarafında yer alıp, babama karşı geldin? Halbuki babam benden de hayırlı idi.
-Ey Resûlüllah’ın aziz evlâdı! Lütfen birazcık beni dinle… Babam Amr ibni âs, vaktiyle elimden tutup ceddi-âlînizin huzuruna götürdüğünde;”ABDULLAH, SAKIN BABANA İTAASİZLİK YAPMA” buyurmuştu. Sıffîn’de babam yemin vererek, yanında olmamı istedi. Dedenizin tenbihini düşünerek babama itaat ettim. Ama asla ok atmadım. Kötü söz söylemedim. Keşke önceki harplerde ölseydim de bu duruma düşmeseydim.
Hz.Hüseyin(r.a.)tebessümle:Allah, herkesin niyetini bilir. Der.
Bunun üzerine, Ebû Said el-Hudrî’nin şu teklifi duyulur:
-KUCAKLAŞMA ZAMANI GELMEDİMİ?
Hz.Abdullah kalkar, Hz.Hüseyin’e doğru yürür ve sevinçle kucaklaşırlar; gönülden bir barış temin edilmiş olur.
İbret dersleriyle dolu bu hadise; müminlerin aralarındaki kırgınlıkları gidermeleri için, kıyamete kadar ışık tutacak bir örnektir.
Yukarıdan beri sıraladığım, İslâmî cemaat kardeşliğinin usul ve âdabı çerçevesinde; geçen haftaki yazımda cemaatlerin bazı yanlışlarına dikkat çekmiştim. Pek çok okuyucum olumlu yorumlarla kendilerine tercüman olduğumu belirtirken, seviyeli eleştiriler yanında fanatizm örnekleri de görüldü. Her kes içindekini döktü. Yanlış anlayıp üzerine alınanlar da olmuş. Bu sebeple maksadı aşan bazı keskin cümlelerimden kırılan ve incinen kardeşlerim olmuşsa özür dilerim. Niyetim halistir.
Geçen haftaki yazımda: a)-İstişareye önem verilmesi, b)-Cemaatin siyasete girmemesi, c)-Dışlama ve tart olaylarının mahzurları gibi konuları açıklamıştım. Çok şükür ki, aksini iddia eden hiçbir okuyucum olmadı. Bu üç başlığı gündeme taşıyarak irdelemek istiyorum.
Cemaat terbiyesi alarak büyümüş, yıllarını ilmî ve idarî hizmetlere hasretmek suretiyle, ciltlerce kitap ve klasörler dolusu arşiv sahibi bir kişi olarak bunları yazmak zorundayım. Önemli detaylar inşaallah haftaya…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.