Aysbergin üst kısmı
Siyasilerde gazeteci milletine karşı olumsuz hisler besleyenler her zaman olmuştur da, o hislerin son zamanlarda aşırıya vardığını artık herkes görüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Ak Parti sözcüleri medyanın bir kesimini, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve diğer CHPliler de bir başka kesimini ağır eleştirilere tâbi tutuyorlar. En ağır sözcükler gazeteciler için sarf ediliyor siyaset dünyasında...
Neden acaba? Siyaset adamları neden gazeteciler hakkında olumsuz düşüncelere sahip?
Olumsuz düşünceler, gazeteci milletinin, bizde, demokrasi özürlü olmasından kaynaklanmasın?
Gazetecilik kullanılmaya en açık mesleklerin başında gelir. Naziler Avrupayı istilâ maceralarını başlattıklarında bir şey daha yapmışlardı: Hamburgtan İngilizce radyo propagandası... İngilizce konuşulan ülkelerin vatandaşlarına kendi dillerinden hitap edilen radyoda, her gün, moral bozucu haber ve yorumları, -en meşhurları Lord Haw Haw diye anılan- İngiliz gazeteciler sunuyordu.
Her iki Körfez Savaşı sırasında, askerleriyle bölgeyi işgal için yola çıkmadan önce, ABDnin, propaganda savaşında kullanmak üzere medya için yüz milyonlarca dolarlık bütçeler ayırdığı güvenilir kaynaklar tarafından açıklanmıştı.
Bizde de 12 Mart (1971) ve 12 Eylül (1980) askeri müdahalelerinin ardından devlet televizyonu tepe tepe kullanıldı. Askerler perde gerisinde kalıyor, onların sufle ettiklerini gazeteci bilinen tipler ekranda tekrarlıyordu.
Darbelerin öncesinde askerleri müdahaleye davet eden, sonrasında darbeyi sempatik gösterecek haber ve yazılar yazanları nasıl unuturuz? Siyasi hayatın önü açıldıktan sonra kendilerini gözden düşürmek için başlatılan eleştirel yayınlara kızan 12 Eylül darbesi lideri Kenan Evren, darbe teşvikçisi gazeteciler hakkında kocaman bir kitap bile yayınladı.
Medyamızın günah galerisi bayağı kalabalıktır.
Elbette kendilerini kullandırmaya asla yanaşmayan gazeteciler de az değil; ancak olumsuz örneklerin devamlılık arzetmesi görüntüyü bozuyor. 60 küsur yıllık çok partili hayatta demokrasiyi kesintiye uğratan her girişimi desteklemiş ve bugün de elinde kalemiyle yeniden benzer bir misyon için fırsat kollayan gazeteciler çok. Hadi onları bir tarafa bırakalım, 28 Şubat (1997) ve 27 Nisan (2007) süreçlerinde tetikçilik yapanları nasıl unutacağız?
Unutulmuyor işte. Biz unutsak bile siyasi hayatın içinde yoğun mücadele verenler unutmuyor... Unutmadıkları için de -galiba- karşılarına gazeteci kimliğiyle çıkan herkesi, buna değmiş buna değmemiş ayrımı yapmaksızın, aynı kap içerisine koyuveriyorlar.
Yanlış da olsa yaptıkları, anlaşılabilir bir yanlışlık...
15. yıldönümünde 28 Şubat sürecinde medyanın oynadığı rolle ilgili çirkin örnekler de ortalığa döküldü. Genelkurmay Başkanlığına gidip sohbet sırasında Ne zaman darbe yapacaksınız? (bir başka anlatıma göre Silâh kullanacak mısınız?) diye sorduğunu öğrendik bir gazetecinin; iki gazete yöneticisi de askerlerin hedef seçtiği ve düşürmek istediği Refahyol Hükümetinin bakanlarını tehditle istifaya sürüklemiş...
Şaşırdık mı? Hayır, şaşırmadık. Gazetelerinin manşetleri bunlardan daha vahim başka olayların da yaşandığını düşündürüyor çünkü; açıklananlar aysbergin üst tarafı...
Nefret ediyorlar diye siyasetçilere kızmalı mıyız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.