“Arap baharı”nın geleceği ve Tunus
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün ziyareti dolayısıyla Tunus’u görmek, olup biteni yakın şahitlerinden dinlemek imkânımız oldu.
Doğrusu giderken kafamız hayli karışıktı...
Bir taraftan, Suriye’nin gittikçe karmaşık hâle gelen durumu, diğer taraftan Libya ve Mısır’da sükunetin tam olarak sağlanamaması “Arap baharı” konusunda ciddi kafa karışıklıklarına yol açıyordu.
Sadece Tunus diğer ülkelerden farklı olarak sâlim bir yola girmiş görünüyordu. Tunus konusunda gelen bilgiler olumlu olmakla birlikte, asayişin tam sağlanamadığı, sistemin tam oturmadığı, devrimden beklentilerin büyüklüğü karşısında, yapılanların halkı tatmin etmediği ve bilhassa iktisadî sıkıntıların arttığı, işsizliğin de buna paralel bir seyir takib ettiği anlaşılıyordu.
2010 sonunda Tunus’ta başlayan kımıldanmalar, ilk meyvesini de burada verdi. Yirmi küsur yıllık diktatör Zeynelabidin bin Ali 14 Ocak 2011’de memleketi terk edince, Tunus’un önünde yeni bir yol açılmış, Ekim ayında serbest seçimler yapılmış, Aralık sonunda da Ennahda genel sekreteri Hamdi Cibali hükümeti kurmuştur. Cumhurbaşkanı seçilmiştir, Meclis faaldir ve bir yıl içinde yeni bir anayasa hazırlanacaktır.
Resme yakından bakınca, Tunus’un yakın gelecekte, sıkıntılarını tedricen aşarak yoluna devam edebileceğini hissediyorsunuz. Tunus’un başarısı, esasen geçen sene bir çok Arap ülkesini kasıp kavuran ve bazı ciddi değişikliklere yol açan hareketlerin yolunu aydınlatacak gibi görünüyor.
Arap baharı başlangıçta Türkiye kamuoyunda da büyük ölçüde memnuniyet uyandırdı. Çünkü en azı çeyrek asırlık diktatör yönetimleri sarstı, bir çoğunu yıktı. Bunda halkın totaliter yönetimlerden bıkmasının, yılmasının büyük rolü var. Tabii dünya sistemini kuran güçlerin de içli dışlı oldukları bu köklü diktatörleri bırakarak kendilerine yeni bir hattı hareket çizdikleri de tahmin edilebilir.
Türkiye mevcut yapı içinde İslam dünyası ile ilişkileri yoluna koyarken, bu yeni durum elbette ciddi sancılara yol açtı. On yıl içinde kurulan sıcak ilişkiler, ekonomik bağlar bir hayli zarar gördü. En çok sıkıntının Suriye ile ilişkilerde çekildiği âşikar.
Tunus, Arap baharının yıldızı... Elbette sıkıntılar olmaması mümkün değil. Hiçbir çözüm yüzde yüz sonuç vermez. Kötü yönetimden iyi yönetime geçiş, sözle, hatta kanunla ve hatta anayasa yapmakla sağlanamıyor. Bütün bunlarla birlikte, beraber yaşama, uzlaşma, birbirine tahammül etme konusunda gerçekten kararlı olmak gerekiyor.
Tunus, bir taraftan anayasa yapıyor, diğer taraftan eski yönetimin yapıları yerine yeni yapılar kurmaya çalışıyor. Elbette bu uzun bir süreç.
Anayasa yapılırken, gündemdeki en önemli konulardan birinin “laiklik” olduğundan şüphe yok. Tunus, geçmiş yönetimlerin Fransız usulü katı laiklik uygulamalarını yaşamış bir ülke olarak nasıl bir yol takib edecek?
Bilindiği gibi, Tunus dini görünürlük üzerinde baskıyı had safhaya vardırmıştı. Hanımlar örtüleriyle sokağa bile çıkamıyor, hacca gidecek erkeklerden sakallarını kesmeleri isteniyordu! Türkiye’nin laikleri de 28 Şubat havasında garplılaşmadan vazgeçmişler, mağripleşmenin yolunu tutmuşlardı! Artık Avrupa’dan değil, sakil bir tarz tutturan Tunus’dan medet umuyorlardı.
Güçlü bir dinî hareket Tunus’da reylerin yaklaşık yüzde 40’ını aldı. Ama Meclis’te diğer eğilimler de temsil ediliyor. En önemlisi, Meclis’in yarısını hanım milletvekilleri dolduruyor ve bunların çoğu da örtülü!
Şu sıralarda Tunus’da Ennahda’nın başarısını gölgelemeye yönelik bazı radikal (selefi) hareketler kendini gösteriyor. Tabii böyle zamanlarda tahrikçiliğin, provokasyonun azması beklenmedik bir durum değil. Nitekim, bizde 1970’lerin sonunda ortaya çıkan bazı radikal durumlar, şimdi Tunus’ta gözleniyor.
Tunus’ta herkes Türkiye tecrübesini önemsiyor. Demokratik yapı içinden çıkan bir siyasi hareketin dönüştürdüğü bir ülke olarak elbette Türkiye gözardı edilebilecek bir tecrübe değil. Türkiye’nin radikallik tecrübesi de yabana atılamaz elbette!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.