İstiklâl Marşı günü nasıl kutlanmaz?
“12 Mart” 2007 yılının 4 Mayıs’ında çıkarılan bir kanunla millî günlerimiz arasına katıldı.
Cumhuriyet tarihinde ilk sivil millî gün!
Aynı zamanda ilk defa temel bir metinli ilgili, üzerinde mutabık kalınan bir söz üzerinden millî gün ilân ediliyor... Daha önceki millî günler ya savaş ya da rejim değişikliği ile ilgili günlerin yıldönümleri.
İstiklâl Marşı neden önemli?
Millî Mücadele Meclisi, bir metni, şiiri “millî marş” olarak kabul ediyor. O Meclis’te Âkif gibi düşünenler olduğu gibi, onun tam zıddına düşünenler de var. Buna rağmen farklı görüş sahipleri, bir kişi hariç (o da yarışmaya katılan vekillerden biridir) Mehmet Âkif’in şiirine oy veriyorlar.
Mehmet Âkif en zor zamanda ümit ve iman telkin eden bir şiir yazmıştır. Bu ümit ve iman telkini, bin yıllık geçmişten süzülmüş bir kimlik tanımlamasıdır aynı zamanda. İki yüzyıldır batıya karşı savaşa savaşa çekilen bir topululuğun kimlik tanımlaması...
Mehmet Âkif, halkımızın kimlik kodlarını çok iyi biliyor ve eserinde net şekilde ifade ediyor. O yüzden İstiklâl Marşı bir millî mutabakat metni olarak kabul görüyor. Halkımız, cumhuriyetten sonra anayasalarda, kanunlarda, devlet metinlerinde kendini bulamıyor. Büyük halk kitlelerinin devletle bağı sadece İstiklâl Marşı. Eğer İstiklâl Marşı -bir şekilde- saf dışı edil(ebil)se idi, o bağ da ortadan kalkacaktı.
Mehmed Âkif, hiç bir komplekse kapılmadan, dinî atıflarda bulunuyor. Ezanı, bayrak gibi, istiklâl sembolü olarak ilan edebiliyor ve bağımsızlığın gerçek anlamda Hakk’a tapan, Allah’a inanların hakkı olduğunu, hem de iki defa, söylüyor...
Sadece bunları mı söylüyor? Meclis’in batıcılarının ne düşüneceklerini bile bile, tek dişi kalmış canavar olan “medeniyet”ten söz ediyor. Garbın ufuklarını saran çelik zırlı duvara, yani savaş teknojisine karşı “Benim iman dolu göğüsüm gibi serhaddim var” diyor.
Mehmet Âkif açıkça meydan okuyor! Çünkü o yarışmaya girmemiş... Ödülü reddetmiş. Ancak ısrarlar üzerine şiiri yazmayı kabul etmiş. Onu millî marş yazmaya zorlayanlar onun ne yazdığını bildikleri gibi, ne yazacağını da gayet iyi biliyorlar.
Mehmet Âkif de şiiri yazıyor ve şu ne der, bu ne söyler diye fütur etmiyor...
Mehmet Âkif, İstiklâl Marşı’nı yazarken, istiklâlin ne demek olduğunu nefsinde yaşıyor ve yaşatıyor.
Türkiye Yazarlar Birliği, kuruluş tarihiniden itibaren Mehmet Âkif’e ve İstiklâl Marşı’na büyük önem verdi. Yıllarca mütevazı anma toplantıları yaptı. 1990’lı yıllarda Ankara’da çok sayıda gönüllü kuruluşun desteğini alarak İstiklâl Marşı’nın kabul edildiği günün kutlanması için Meclis’e ve hükümetlere başvurdu.
2007’de nihayet bu oldu... Oldu da ne oldu? Devlet bürokrasisi 12 Mart’ı protokol penceresinden gördü. Yasak savmak için bütün marifetlerini gösterdi.
Diğer millî günlerde bunu yapabilir miydi? Ne mümkün!
Çünkü bu milli günlere son şekli 12 Eylül darbesinden sonra verilmiştir. Askerî hükümet bir bakanlar kurulu kararı çıkararak 1981’de bu günlerin nasıl kutlanacağını ayrıntıları ile göstermiştir. Her bayramın sahibi bellidir. Hangi şartlarda kutlanacağı tarif edilmiştir. Parası, pulu, ihmal edilmemiştir.
12 Mart İstiklâl Marşı Günü öyle mi ya?
Âdeta resmî görünümlü bir sivil kutlama gibi düşünülmüştür. Bu durumda, resmiyetin sivilin önünü açması beklenir. Fakat öyle olmaz, resmiyet önde olur, sivillik görünüşte! Buna rağmen resmiyet kutlamaları gerçek bir devlet törenine dönüştüremez.
Son iki yıldır, 12 Mart’la ile ilgili Merkez Yürütme Kurulu bazı kararlar alıyor ve bunlar uygulanmaya çalışılıyordu. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı’nın başkanlığında toplanması gereken Merkez Yürütme Kurulu bu sene 12 Mart’la ilgili toplanmadı ve hiç bir karar almadı!
Yani kanunun, yönetmeliğin âmir hükmü hiçe sayıldı!
Milli Eğitim 4+4+4’e endekslendi. Kalıp için çabalıyor, öz için yapılan bir şey yok. Öz İstiklâl Marşı’nda var, Mehmed Âkif’de var. Mehmed Âkif’i ihmal eden, İstiklâl Marşı’nı ıskalayan Milli Eğitim 4+4+4’ü hangi ruhla uygulayacak ki?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.