Şahsa özel bir yazı
Bu yazıyı Ergenekon sürecinin ülkenin eline geçen büyük bir fırsat olarak görmeyenlerin okumasına gerek yok; boşuna vakitlerini almak istemem. Ergenekon süreci önemlidir diyenlere ise birkaç sözüm var...
Hatırlatayım: Ahmet Şık ile Nedim Şenerin tutukluluk hallerinin sona ermesi vesilesiyle yazılıyor bu yazı.
Demokratik sürece müdahale edilmesini amaçlayan gizli devlet yapılanmasının adıdır Ergenekon; Silivride devam eden yargılamalar yakın geçmişte yaşanmış alt-üst oluşlara, siyasi suikastlara, toplumsal kalkışmalara farklı gözle bakmamızı sağlıyor. Yargılama sona erdiğinde daha güçlü bir demokrasiye, daha sağlıklı toplumsal ilişkilere sahip olmayı, sistemi müdahalelerden uzak müreffeh bir ülkede yaşar hale gelmeyi umuyoruz.
Kuralsızlığın yerini kuralların alması demektir bu...
O zaman 1 numaralı kuralı yazalım: Bu sürecin her aşaması ilkeli bir biçimde geçmelidir. Doğru ve arzu edilir bir amaç için bile olsa kural-dışı yollara asla başvurulmamalıdır.
Kural yalnızca yargı mensuplarını, güvenlik güçlerini, sürecin hukuki yönüyle ilgilenen devlet görevlilerini ilgilendirmiyor; konuya ilgi duyan, yazı ve yorumlarıyla kitleler önüne çıkanlar için de geçerli bir kural bu.
Fikir ve ifade özgürlüğü demokrasilerde en geniş biçimde kullanılır; hani Artık müdahale edilmesin, bütün kurum ve kurallarıyla hükmünü sürdürsün umuduyla Ergenekon sürecini desteklediğimiz demokrasinin...
Savcılar polisin kitap yazdıkları veya yazılan kitaplarda birbirlerine yardım ettikleri iddiasını ciddiye alıp gazetecileri tutuklayabilir, o onların bileceği bir iş... Kanaat önderi sayılanların, tabii ilkelilerse, ne yapmaları gerekirdi? Peki neden ilkeli davranılmadı?
İlkesizliğin faturası çok ağır: Bir yıl öncesine kadar Ergenekon sürecini hararetle destekleyenlerin oranına göre bugünkü oran herhalde çok daha düşük. Daha da önemlisi, Ergenekon sürecini geçmişte açık açık savunmakta zorlananların şimdilerde yeniden cesarete kavuşmaları ve kendilerini dinleyecek insanlar bulmakta da zorluk çekmemeleridir.
Ergenekon sürecine önem verdikleri halde gazeteci kimliğiyle tanınmış kişilerin ve BDPnin Siyaset Akademisi faaliyetlerine katıldıkları için üniversite öğretim üyesi ve yayıncı sıfatlı aydınların tutuklanmalarını savunanlar, destek çıktıkları süreci ilkeli davranmadıkları için yaralamış oldular.
Maalesef bu bir gerçek, hem de acıtıcı bir gerçek...
Kamuoyu önüne yorumlarıyla çıkanların polis ve savcılardan bir farkları olmalı, değil mi?
Galiba sorunumuz da bu. Meslekler arasında herbirinin tanımı gereği varolması beklenen farklılık son zamanlarda neredeyse ortadan kalktı. İstihbaratçılarla içli-dışlı, polisler gibi düşünen, savcılar gibi olaylara yaklaşan gazeteciler ve yazarlar var aramızda. Oysa polis ve savcı yanlış yaptığında onları düzeltecek yargıçlar var; yargıçlar da yanlış yaparsa onların verdiği kararı gözden geçirecek temyiz mekanizması bulunuyor sistemin...
Peki ya kendini polis veya savcı yerine koyan, konulara onların gözüyle bakıp yorumlayan gazeteciler veya yazarları kim düzeltecek? Yanlışlarını yüzlerine vurmaya kalkanlara reva gördükleri muameleyi de biliyoruz onların...
Verdikleri zararın boyutlarını anlamakta hâlâ zorlananlar için yazıldı bu yazı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.