Bravo Ahmet Altan!
Öfke, bazen iyi bir şeydir... Davanızın, inancınızın, değerlerinizin öfkesini taşıyacaksınız.
Öfkeli ve celil bir dil, aynı zamanda samimiyetinizin izharıdır.
Öfkeyle zuhur etmiş sözlerden başka, en iyi ne anlatabilir duygunuzu?
Rahmetli Cemil Meriç, ani öfke patlamalarıyla konuşur ve yazardı; cümleleri hep bir yargı bildirirdi. Yargılayarak anlatmaya çalışırdı ve kendisini anlaşılabilir kılacağını düşünürdü.
Böyle zamanlarda hep yaralanmış bulurdu kendini, savrulduğunu ve bu halle nasıl baş edeceğini bilemediğini yazardı ama samimi ve içtendi.
Belki de, bazen, savrulduğumuz yerden bakmamız gerekiyordu...
Kendi içinde tutarsız düşüncelerin oluşturduğu vasattan, o darmadağınık vasatın oluşturduğu bütünden, o bütünün yaraladığı şuur kırıntılarından...
Bakarsak, görürdük.
Rahmetli, bakabilmenin nasıl da büyük bir nimet olduğunu söylerdi ve yazardı.
Öfkenizde samimi olmadığınızda, patoloji giriyor devreye.
O zaman içine girdiğiniz halden, daha doğrusu içine yuvarlandığınız patolojiden bakıyorsunuz ve bu sizi has celadetten, samimi öfkeden uzaklaştırıyor. Başka bir hesabın adamı oluyorsunuz...
Kelimelere dans ettirebilme becerisine sahip bir yazar olsaydım, üstünlüğün diliyle konuşmayı itiyat edinmiş ama bunu samimi öfke patlaması zanneden, bizim de böyle düşünmemizi isteyen ağabeyimizin nasıl bir ruh haletinden baktığını anlatırdım.
Bir Ekşi Sözlük yazarının yerinde saptamasıyla, dümdüz bir adamım ve meramımı ancak düz, basit, soyutlanamayacak, kavrayışımı hemen ele veren cümlelerle anlatabilirim.
Kaldı ki çapım, Bazen diplere dalıyor, orada kızıl mercan kayalıklarını andıran heyecanların, daha önce görmediği suçiçeklerine benzeyen yeni duyguların arasında dolaşıyordu gibi, yüksek sanat gerektiren cümleler kurmaya elvermiyor.
Diyeceksiniz ki, Bir insanın bir şey, bir olgu karşısındaki heyecanı kızıl mercan kayalıklarına benzetebilir mi? İnsan, olsa olsa, kızıl mercan kayalıklarını gördüğünde heyecana kapılır...
Bilemeyeceğim...
Kelimelere dans ettirebilme becerisine sahip bir yazar olsaydınız, siz de kahramanınızı suçiçeklerine benzeyen yeni duyguların arasında dolaştırırdınız... Bir ruh hali suçiçeğine benzetilebilir mi usta? sorusunu da acımayla karışık bir tebessümle geçiştirirdiniz.
Bu kadar laf şunun için:
Öfke samimiyetle patlamadığında, bazen sahibinin elinde patlıyor.
Ustamız Ahmet Altan, öfkeyle kalkıştığı yazısında, geleneksel üstten bakış uyarınca Türk hükümetine (ifade kendisine aittir) ve bu hükümetin Başbakanına ayarı verdikten sonra, sözü hükümetin emrinde olduğunu söylediği gazete ve televizyonlara getiriyor.
Diyor ki, Bunca adam, bunca parti, bunca gazete, bunca televizyon, bir Kürt gazetesinin söylediğine cevap verecek gücü bulamıyor. Tartışalım diyemiyorlar, Kürtlerin gazetesi sussun diyorlar...
Bunu kim diyor, bilmiyorum.
En azından bu satırların yazarı öyle bir şey demiyor. Kaldı ki, kimin ne dediği arşivlerde kayıtlıdır... Yukarılarda yalnızlığın konforunu süren ustamız, yeryüzüne inme zahmetinde bulunursa, kimin ne dediğini görecektir.
İnmiyor.
Egosu ve kibri buna müsaade etmiyor.
Bir de diyor ki, Kürt meselesini PKKyı yenerek çözümleyeceğini sanırsan her şeyden, herkesten korkarsın, o korkuyla gider Uluderede 34 köylüyü öldürür, gelir burada gazete kapatırsın.
Siz ne düşünürsünüz bilmem ama bu nafile ve haksız öfke patlamasının bende uyandırdığı düşünce şu: Bravo Ahmet Altan!
HAMİŞ: Fethullah Gülen Hocaefendiyi sırat köprüsünde sırtında taşıyacağını söyleyen usta yazar Ahmet Altan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını azarlamaya devam ediyor ve Uluderede 34 köylüyü katletmekle suçluyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.