12 Eylül 1980
Günün anlam ve önemine dair zihnimde beliren ilk hatıram, babamın heyecan içinde bizi uyandırıyor olmasıydı.
Ailenin bütün çocukları bir gece önce geç yatmış olmanın verdiği mızmızlanma ile homurdanarak uyanmıştık: Babamın “kızım kalkın ihtilal oldu! Tarih yazılıyor!” sözleri ile, Emek’teki evimizin penceresine koşmuş, karşımızda boydan boya uzanan Konya yolu dahil, her yerde kuş bile uçmuyor olduğunu görmüş irkilmiştik.
İn cin top oynuyordu. Ankara ürkütücü bir sessizliğe bürünmüştü. İki ses vardı havada titreşen. Ekrandan odamıza yansıyan Mesut Mertcan’ın donuk sesi ve sonra sıklıkla duyacağımız Kenan Evren’in acı da çekiyormuş gibi derinden gelen boğuk sesi.
Ne gariptir ki Ayça’nın dedesiydi Kenan “Amca”. Alt komşumuz Ayça’nın. Dünya ne kadar da küçüktü. Hafta sonları, apartmanın giriş katında, sağdaki dairede oturan kızına gelir gider, biz de o sırada bahçede oynuyor olurduk.
Biz Ayça’nın anne babasını hepimizin anne babası gibi “normal” insanlar zanneder çocukluğun getirdiği samimiyetle oyunlarımıza devam ederdik. Ne var ki sonra, yıllar sonra bir de baktık ki ihtilal oluvermiş! Evren siyasete müdahele edivermiş! Toplamış milleti “içeriye” alıvermiş. Bir bir asıvermiş.
Ayça’nın anne babası da, meğer MİT görevlisiymiş. Dedesi de Emek’teki apartmanımıza gelir giderken “olgunlaşmaları’ bekleyivermiş. Kim bilir belki de ihtilalin altyapısı o geliş gidişlerde hazırlanmıştı...
Yıllar yıllar geçti. Biz direkt olarak değilse de dolaylı şekilde başörtüsü yasağını dünyamıza sokan Evren ihtilalinin sonuçları ile yaşar hale geldik.
Anne-baba-çocuklar; ailecek Amerikalara savrulduk. Şimdi yüzleşme, eski defterleri açma, hesaplaşma vakti. Binlerce insan kaptığı sevdiğinin resmiyle mahkeme kapısına dayandı. Ölmeyen, ölemeyen bir oğul, acısı hiç dinmeden kanayan bir eş için adalet arayışı başladı. Hiç ölmeyeceklerini düşünenler, hiç ama hiç hesaba çekilmeyeceklerini bekleyenler gençliklerini, dirliklerini kaybetti, “acuz” oldular.
Bilmem nasıl rahat uyurlar...yastığa başlarını koyunca o kıydıkları körpecik yavrular gelir mi hiç akıllarına... Yaptıkları resimlerde bir an hortlayıverir mi hiç hayelleri...bir bir...yüz...yüz...sima...sima.
Yüzleşmeden hesap sorulamaz. Hesap sorma geçmişe dair olduğu kadar geleceğe de dair bir süreçtir. Evet acılar hatırlanacak ve bu belki de birçoğuna ağır bir yük gelecek. Kanayan yaralar bir defa daha deşilecek. Unutuldu sayılanlar, bir bir zihnin ötesinden gelecek.
Hatırlama sancılı olacak. Hikayeler bir bir canlandıkça toplumsal ağrı artacak. Ancak bu süreci sağlıklı bir şekilde yürütmeye mecburuz. Adaletin tesisi için milletçe buna mecburuz. Adalet sağlanmadan toplumsal “iyileşme”ye gidemeyiz. Milletçe ileriye bakamayız. Buna mecburuz. Geçmişimiz için olduğu kadar geleceğimiz için buna mecburuz.
Gelecek nesillere daha hayırlı bir dünya bırakabilmek için buna mecburuz. Bizim yaşadıklarımızı, gördüklerimizi, şahid olduklarımızı onlar görmesin, yaşamasın diye bu boynumuzun borcu. Milletçe. Toplumca.
27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan....bütün aylarımızın darbelerle kirletilmemesi için buna mecburuz.
Milletçe. Toplumca. Bu vatani görevdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.