D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Anayasanın dil yarası!

Anayasanın dil yarası!

Yeni anayasamız “türkçe” mi olacak, yoksa “öztürkçe” mi? Mevcut anayasaya “türkçe” demek için bin şahit ister! Demek ki, yeni anayasa mevcut anayasanın dili ile yazılmamalı!

Ülkemizde hukuk dili üzerine düşünen fazla kimse yok. Hele “zamanın hukukçuları hiç düşünmüyor”, desem yeri. Ali Fuat Başgil, hukuk dili üzerine düşünen, doğru bildiğini, zamanında “Millî Şef”in rağmına söyleyen bir büyük hukukçumuz idi.

Bakın hatıralarında ne diyor: “Dilde yok yere ihdas edilen bugünkü anarşi, en az yüz sene sürer, sanırım. Yani Türk tefekkür hayatı yüz seneden evvel yoluna girmez.” Bugünlerde, manzaraya bakıp, “Yüz senede bile biteceğe benzemez” diyeceğimiz geliyor!

Yeni anayasa ile ilgili bir memur konfederasyonu hayli çalışma yaptı, metinler iki cilt halinde yayınlandı. Bu iki cildi baştan sona okumaya çalıştım; bunun ne kadar zor bir iş olduğunu anlatamam! Dilimiz karıştı, daraldı; bu kafamızı da karıştırdı ve daralttı. Zihnimiz teşevvüş içinde. İfademiz bozuldu. Bu bozuk ifade avukatların savunmalarında, hâkimlerin kararlarında kendini gösteriyor.

Cumhuriyetin 1924’te yapılan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 1945’te öztürkçeleştirildi. O gün kullanılan ismi bugün de kullanmaya devam ediyoruz: Anayasa!

“Anayasa” asla Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun karşılığı değildir. Esas Teşkilat Kanunu, isminden anlaşılabileceği gibi, devletin teşkilatını düzenleyen ve bu arada temel hak ve hürriyetlere de yer veren bir kanundur. Bir kelime nasıl her şeyi değiştiriyor; Esas Teşkilat Kanunu “esas, temel, ana” kanun yapılıveriyor!

Bu öztürkçeleştirme ameliyesinde sadece isim değişmedi, metinde de değişiklikler var. Güya türkçeden öztürkçeye geçiliyor!

Teşkilat-i Esasiye’nin meşruiyet tanımlaması ihtiva eden maddesi, 2. Maddedir. 1924’te yazılırken “Türkiye Devleti’nin dini din-i islâmdır” denilmişti. Bu bir durum tesbiti idi. 1928’de bu ibare metinden çıkarıldı. 1937’de de yerine CHP’nin “altı ok”u konuldu! Türkiye’de ideolojinin din gibi algılanması boşuna değil!

İkinci maddenin devamında “(Türkiye Devletinin) resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir” ifadesi yer alıyordu. 1945’te ne yapıldı bu madde? Tabiî ideolojik başlangıcı geçerek veriyorum: “Devlet dili Türkçedir. Başkent Ankara’dır.”

Bir kere “resmî dil”den “devlet dili”ne geçiliyor. Gerçekten masum bir değişiklik mi bu? İkincisi “makarr” yerine “başkent” deniliyor. 1924’te belki “başkent” denilemezdi ama, pek âl⠓başşehir” yazılabilirdi. Neden böyle yapılmadı? “Makarr”ın “karar edilen, durulan yer, karargâh” anlamı var. Dikkat edilirse, “makarr-ı idare” veya “makarr-ı hükümet” denilmiyor; böyle denilse idi, yönetimi yeri, hükümet merkezi veya başkent anlamı çıkabilirdi.

Yeni Türkiye’nin idarecileri, Ankara’yı isteyerek başkent yapmadılar. Bu yüzden müphem bir kelime seçtiler. İngilizler İstanbul’un başkent yapılmaması için bastırdı. İşgal kuvvetleri Lozan anlaşması imzalandıktan sonra da neredeyse iki buçuk ay İstanbul’da kaldı. Çok manidar bir tarihte İstanbul’u tahliye ettiler: 2 Ekim 1923! Yani Ankara’nın “makarr” ilan edildiği günden 10 gün önce!

Ordumuz İstanbul’a 6 Ekim’de giriyor, 9 Ekim’de de İsmet Paşa, Ankara ile ilgili önergesini veriyor! 13 Ekim’de de Ankara “makarr” oluyor!

Ya “icra vekilleri heyeti” yerine “bakanlar kurulu” denilmesi?

7 Maddede Meclis’in icra yetkisini icra vekilleri heyeti marifetiyle kullanacağı belirtiliyor. Değişiklikte, yürütme yetkisinin bakanlar kurulu eliyle kullanılacağı ifadesi yer alıyor.

Öztürkçeleştirilmiş metinde, icra vekilleri heyeti, “bakanlar kurulu”na dönüştürülmüş. “İcra” kelimesi atılmış. Bu önemsiz bir kelime mi? İcra vekilleri ne yapar? İcraat! Hâlâ da öyle söyleniyor. Anayasa’nın diğer maddelerinde “yürütme” deniliyor. İcra vekilleri heyeti yerine “yürütme vekilleri kurulu” veya “yürütme bakanları kurulu” denilmemiş nedense!

“Vekil” Birinci Meclis’in kavramı idi. Ankara’da kurulan hükümet “vekil”di. Esas hükümet İstanbul’da olmalıydı! Sonra Osmanlı’nın “nazır”ı tercih edildi, ona benzetilerek “bakan” denildi. “Bakanlar kurulu”, kuru, soğuk bir ibare. İcra ifadesi yok.

Anayasa’nın, hukukun dili üzerinde ciddiyetle durmalıyız. Ali Fuat Başgil en zor zamanda bunu yapmıştı. 1941’de Milli Şef İnönü bir arıdil furyası estirir. Bizzat Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’i vazifelendirir, İstanbul’a, Üniversite’ye gönderir. Bütün dekanlar, “başüstüne” dediği halde, Hukuk Fakültesi Dekanı olan Başgil itiraz eder. Hasan Âli küplere biner. Fakat, konu açıktır: Hukuk mevzuatın dili ile konuşmak zorundadır. Yüzlerce yıllık kanun külliyatı hangi dilde ise, o dil kullanılmalıdır.

Başgil’in itirazı İnönü’ye kadar ulaştırılır. Bir yıl sonra Teşkilat-ı Esasiye’nin metni değiştirilmiş, taslak hocalara dağıtılmıştır. İnönü de İstanbul’dadır. Başgil’e yeni metni beğenip beğenmediğini sorar. Başgil de “türkçemize yazık oluyor” der!

Türkçe hepimize lâzım, daha fazla yazık etmeyelim!



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi