Anayasanın dil yarası!
Yeni anayasamız türkçe mi olacak, yoksa öztürkçe mi? Mevcut anayasaya türkçe demek için bin şahit ister! Demek ki, yeni anayasa mevcut anayasanın dili ile yazılmamalı!
Ülkemizde hukuk dili üzerine düşünen fazla kimse yok. Hele zamanın hukukçuları hiç düşünmüyor, desem yeri. Ali Fuat Başgil, hukuk dili üzerine düşünen, doğru bildiğini, zamanında Millî Şefin rağmına söyleyen bir büyük hukukçumuz idi.
Bakın hatıralarında ne diyor: Dilde yok yere ihdas edilen bugünkü anarşi, en az yüz sene sürer, sanırım. Yani Türk tefekkür hayatı yüz seneden evvel yoluna girmez. Bugünlerde, manzaraya bakıp, Yüz senede bile biteceğe benzemez diyeceğimiz geliyor!
Yeni anayasa ile ilgili bir memur konfederasyonu hayli çalışma yaptı, metinler iki cilt halinde yayınlandı. Bu iki cildi baştan sona okumaya çalıştım; bunun ne kadar zor bir iş olduğunu anlatamam! Dilimiz karıştı, daraldı; bu kafamızı da karıştırdı ve daralttı. Zihnimiz teşevvüş içinde. İfademiz bozuldu. Bu bozuk ifade avukatların savunmalarında, hâkimlerin kararlarında kendini gösteriyor.
Cumhuriyetin 1924te yapılan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 1945te öztürkçeleştirildi. O gün kullanılan ismi bugün de kullanmaya devam ediyoruz: Anayasa!
Anayasa asla Teşkilat-ı Esasiye Kanununun karşılığı değildir. Esas Teşkilat Kanunu, isminden anlaşılabileceği gibi, devletin teşkilatını düzenleyen ve bu arada temel hak ve hürriyetlere de yer veren bir kanundur. Bir kelime nasıl her şeyi değiştiriyor; Esas Teşkilat Kanunu esas, temel, ana kanun yapılıveriyor!
Bu öztürkçeleştirme ameliyesinde sadece isim değişmedi, metinde de değişiklikler var. Güya türkçeden öztürkçeye geçiliyor!
Teşkilat-i Esasiyenin meşruiyet tanımlaması ihtiva eden maddesi, 2. Maddedir. 1924te yazılırken Türkiye Devletinin dini din-i islâmdır denilmişti. Bu bir durum tesbiti idi. 1928de bu ibare metinden çıkarıldı. 1937de de yerine CHPnin altı oku konuldu! Türkiyede ideolojinin din gibi algılanması boşuna değil!
İkinci maddenin devamında (Türkiye Devletinin) resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir ifadesi yer alıyordu. 1945te ne yapıldı bu madde? Tabiî ideolojik başlangıcı geçerek veriyorum: Devlet dili Türkçedir. Başkent Ankaradır.
Bir kere resmî dilden devlet diline geçiliyor. Gerçekten masum bir değişiklik mi bu? İkincisi makarr yerine başkent deniliyor. 1924te belki başkent denilemezdi ama, pek âlâ başşehir yazılabilirdi. Neden böyle yapılmadı? Makarrın karar edilen, durulan yer, karargâh anlamı var. Dikkat edilirse, makarr-ı idare veya makarr-ı hükümet denilmiyor; böyle denilse idi, yönetimi yeri, hükümet merkezi veya başkent anlamı çıkabilirdi.
Yeni Türkiyenin idarecileri, Ankarayı isteyerek başkent yapmadılar. Bu yüzden müphem bir kelime seçtiler. İngilizler İstanbulun başkent yapılmaması için bastırdı. İşgal kuvvetleri Lozan anlaşması imzalandıktan sonra da neredeyse iki buçuk ay İstanbulda kaldı. Çok manidar bir tarihte İstanbulu tahliye ettiler: 2 Ekim 1923! Yani Ankaranın makarr ilan edildiği günden 10 gün önce!
Ordumuz İstanbula 6 Ekimde giriyor, 9 Ekimde de İsmet Paşa, Ankara ile ilgili önergesini veriyor! 13 Ekimde de Ankara makarr oluyor!
Ya icra vekilleri heyeti yerine bakanlar kurulu denilmesi?
7 Maddede Meclisin icra yetkisini icra vekilleri heyeti marifetiyle kullanacağı belirtiliyor. Değişiklikte, yürütme yetkisinin bakanlar kurulu eliyle kullanılacağı ifadesi yer alıyor.
Öztürkçeleştirilmiş metinde, icra vekilleri heyeti, bakanlar kuruluna dönüştürülmüş. İcra kelimesi atılmış. Bu önemsiz bir kelime mi? İcra vekilleri ne yapar? İcraat! Hâlâ da öyle söyleniyor. Anayasanın diğer maddelerinde yürütme deniliyor. İcra vekilleri heyeti yerine yürütme vekilleri kurulu veya yürütme bakanları kurulu denilmemiş nedense!
Vekil Birinci Meclisin kavramı idi. Ankarada kurulan hükümet vekildi. Esas hükümet İstanbulda olmalıydı! Sonra Osmanlının nazırı tercih edildi, ona benzetilerek bakan denildi. Bakanlar kurulu, kuru, soğuk bir ibare. İcra ifadesi yok.
Anayasanın, hukukun dili üzerinde ciddiyetle durmalıyız. Ali Fuat Başgil en zor zamanda bunu yapmıştı. 1941de Milli Şef İnönü bir arıdil furyası estirir. Bizzat Maarif Vekili Hasan Ali Yüceli vazifelendirir, İstanbula, Üniversiteye gönderir. Bütün dekanlar, başüstüne dediği halde, Hukuk Fakültesi Dekanı olan Başgil itiraz eder. Hasan Âli küplere biner. Fakat, konu açıktır: Hukuk mevzuatın dili ile konuşmak zorundadır. Yüzlerce yıllık kanun külliyatı hangi dilde ise, o dil kullanılmalıdır.
Başgilin itirazı İnönüye kadar ulaştırılır. Bir yıl sonra Teşkilat-ı Esasiyenin metni değiştirilmiş, taslak hocalara dağıtılmıştır. İnönü de İstanbuldadır. Başgile yeni metni beğenip beğenmediğini sorar. Başgil de türkçemize yazık oluyor der!
Türkçe hepimize lâzım, daha fazla yazık etmeyelim!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.