Genelkurmay bildirisinin düşündürdükleri
Cumartesi gecesi yayınlanan Genelkurmay bildirisiyle toplumu biçimlendirme projesi yalanlandı. Daha önce ‘komuta kademesinin bilgisi dahilinde’ böyle bir belgenin olmadığı açıklanmıştı, bu kez daha kesin bir ifade kullanıldı. üstelik hafta sonu ve geç saatlerde...
Cuma gecesi Kanal 7’de canlı yayınlanan ve Erhan çelik’in sunduğu İskele Sancak programındaki tartışmalar, bildirinin yazılmasında rol oynamış mıdır bilmem, ama erkene alınmasını tetiklemiş olabilir. Konuk olarak yer aldığım programda özellikle Hüseyin Gülerce ve Gülay Göktürk’ün soruları, cevaba muhtaçtı.
Ne var ki bu açıklama kamu vicdanını rahatlatmadığı gibi Doğan Grubu gazetelerinin sunuş şekli, dikkat çekiciydi. Bu gazeteler, birinci sayfalarında Genelkurmay’ın tüm iddiaları sert dille yalanladığını yazarken, Dağlıca konusundaki itirafı görmezlikten geldiler. Oysa Genelkurmay, Dağlıca saldırısıyla ilgili istihbarat notlarını doğrulamıştı.
Hafızalarımızda hala canlılığını koruyan 28 Şubat sürecindeki (daha sonra resmi açıklamalarla doğrulanan) Genelkurmay tekziplerini hatırlayınca, kimi yargı mensupları, rektörler, akademisyenler, siyasiler ve yazarların toplumu biçimlendirme projesinin parçası olduğunu görünce, tekziplerin ‘inandırıcılık gravitesi’ düşüyor.
Proje kitaplar
Mesela; Turgut özakman’ın imzasını taşıyan çılgın Türkler kitabı, bir proje değil miydi? Askerler satışa destek verdi, bazı CHP’li belediyeler nikah törenlerinde 20 YTL karşılığı çiftlere zorunlu olarak sattı. Yine aynı yazara ait Diriliş piyasaya sürüldü, Hürriyet 5 milyon satışın hedeflendiğini yazdı ama bu kez tutmadı, kitap raflarda kaldı.
Bir süredir takip ediyorum. Yaşar Nuri öztürk’ün ‘Allah ile aldatmak’ isimli kitabı üzerinde ince işçilik yapılıyor. Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer methiyeler diziyor, CHP lideri Baykal, partisinin grup toplantısında kitabı anlatıyor. Bir bakarsınız yakında nikah törenlerinde de dağıtılır!
Vahim iddialar
Emin çölaşan-Mustafa Balbay çifti, bir TV kanalında andıca sadık kalarak demokrasi mücadelesi veren kadroları yerden yere vuruyorlar, gazetecilik üslubu ve etiğiyle bağdaşmayan tarzda iktidara yüklenip duruyorlar. Eskilerin ‘İshal-i kelam’ dedikleri vaziyete kapılmış durumdalar.
Son olarak daha dün aynı kanaldaki programda öyle bir iddiada bulundular ki, evlere şenlik. Emin çölaşan’a göre; Başbakan Erdoğan, iki yıl önce Kara Kuvvetleri komutanıyken Yaşar Büyükanıt’la yaptığı görüşmeyi de birkaç gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’la yaptığı görüşmeyi de gizlice kayda almış! Şimdi başbakanın elinde iki görüşmeyle ilgili ikişer saatten toplam dört saatlik kayıt varmış!
Mustafa Balbay da ara gazı veriyor: ‘Kesin öyle, değilse ben Mustaa Balbay değilim.’ çölaşan üzerine atlıyor: ‘Ben de Emin çölaşan değilim...’ Kendi isimleri üzerine iddiaya girecek kadar eminler. O halde çölaşan ve Balbay, iddialarını teyit edecek ellerindeki bilgi, belge ve kayıtları kamuoyuna açıklamakla yükümlüdür.
çünkü iddia vahimdir; Başbakanı görüştüğü komutanları gizlice kayda alan istihbarat görevlisine benzetmek ve sonra bu kayıtları şantaj aracı olarak kullanmakla suçlamak, komutanların da kasetleri yayınlanırsa mahcup olacakları taahhütlerde bulunduğunu ima etmek hangi gerekçeyle açıklanabilir?
Anlaşılan Erdoğan’ın Başbuğ’la görüşmesi, politikalarını siyasetçi-asker çatışması temelinde yürüten Ulusalcı cephede travma yaratmış durumda. Son dönemde bu çatışmayı körükleyici bilgi ve belgeleri simitçi tezgahına kadar düşürenler, bu görüşmeden bir hayli rahatsızlar. Büyükanıt’la hayal kırıklığı yaşadılar şimdi Başbuğ’u etki altına almaya çalışıyorlar.
Kuvvacı Küçük
Bir başka vaka, Yalçın Küçük. Yukarıdaki ikilinin program yaptığı aynı kanalda esip gürlüyor. Diyor ki: Türbanla ilgili anayasa değişikliğinin iptali, 2. Sakarya zaferidir. İzlerken sanıyorsunuz, Türkiye işgale uğramış, birileri kurtuluş savaşı veriyor! Küçük de sıkı bir kuvvacı!
O esnada bir kadın izleyici mail gönderiyor: ‘Terörist başı Abdullah öcalan’a ‘Sayın’ diye hitap eden bu kişiyi niye ekrana çıkartıyorsunuz?’ Küçük, öfkeleniyor: ‘Ben hiçbir zaman ‘sayın’ demedim, bu şahıs kesin AKP’li...’
Oysa Küçük’ün Ekim 1990’da piyasaya çıkan ‘Kürtler üzerine Tezler’ kitabında öcalan’la röportajında bırakın ‘sayın’ı daha ileri ifadeler vardı. İşte birkaç örnek: ‘Değerli başkan, Apo arkadaşım, başkan, Apo kardeşim, öcalan kardeşim, genel sekreter kardeşim, öcalan arkadaşım, başkan arkadaşım, değerli başkan, Abdullah arkadaşım, başkan kardeşim, değerli başkan arkadaşım.’
Kitabın 233-253 sayfaları arasında yer alan röportajda Küçük, öcalan’a soru yöneltirken bu ifadelerle hitap ediyor. Meğer Küçük haklıymış! ‘Kardeşim, arkadaşım’ dediği adama ‘sayın’ diye hitap etmek çok resmi olurdu. Maalesef dünkü bu Küçük adam, bugün Sakarya’dan söz eden sıkı bir kuvvacı!
İster istemez zihnimize takılıyor: O gün Apo’yla kolkola olmak, bugün kuvvacı geçinmek miydi görevi? Görev verilince her kılığa girmek, toplumu biçimlendirme projesinin bir parçası mı? Küçük’ün ‘Epilepsi ile Orgazm’ kitabı, projenin neresinde?
Sabih Kanadoğlu’nun yollara düşüp Türkiye’yi dolaşırken iktidar partisinin geleceği hakkında sürekli senaryo üretmesi ve henüz iddianame bile ortada yokken ‘Ergenekon’dan bir şey çıkmaz’ diyerek soruşturmayı yürüten savcıları hiçe sayan açıklamalarda bulunmasına ne diyeceğiz?
Daha nice sorular...
O nedenle, kamu vicdanını tatmin edici cevaplar bulunmadan yapılan hiçbir açıklama, ‘komuta katı altı’ iddiasını çürütmez. Ayrıca, mikrop ve virüsle mücadele bir sağlık projesidir, ‘yıpratma’ savunması ise sümenaltını derinleştirir, bünyeyi ucu tehlikeye açık hale getirir.