Aman kalsın! Sen yüzleşme!
28 Şubat darbesinde günahı olduğunu düşünen gazeteciler, tek tek günah çıkarmaya başladılar.
Bunun samimi bir “yüzleşme çabası” olduğunu düşünüyorum.
İsmet Berkan, mesela, “Asker bizi kullandı, dolduruşa geldik” mealinde şeyler yazdı.
Biz de aldık, kabul ettik.
Öyle bir süreçti ki, kimi inandığı için (yani ideolojik gerekçelerle), kimi korku belasına, kimi de ekmek parası uğruna darbecilerle kol kola girmiş, aynı zamanda “medya darbesi” olarak da adlandırılan bu sürecin tamama ermesini sağlamışlardı.
Şu sıra, “pişmanlar resmigeçidini” izliyoruz.
Pişman olmayanlar da var... Kuyruğu dik tutmak adına 28 Şubat sürecinde yaşananların doğru olduğunu savunanlar... Dezenformasyon yaparak, ortada bir suç bulunmadığına kitleleri (tabii bu arada savcıları) inandırmaya çalışanlar...
Biri, “28 Şubat kararlarının altında Başbakan Erbakan’ın ve bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de imzası var” yalanına sarılmıştı.
Sanki muhakeme edilen şey, MGK bildirisiymiş gibi...
MGK bildirisi, adı üstünde, bildiridir ve “tavsiye hükmünde”dir.
Bu tavsiyeye (!) hükümet uymamıştır.
Daha doğrusu mahut bildiriyi “Bakanlar Kurulu kararına” dönüştürmemiştir. Yani yok saymıştır.
Üstelik, bugünün Cumhurbaşkanı Gül de, o dönemde MGK üyesi değildi. İstese de bildirinin altına imza koyamazdı.
Dezenformasyon bununla sınırlı mı?
Hayır tabii ki... Arkadaşımız, hiç utanmadan, Bülent Ecevit’in partisi DSP’ye verilen yüzde 22 oranında oyun, “28 Şubat darbesinin meşruiyet belgesi olduğunu” bile yazdı... Bunu yazabildi...
İşte efendim, Ecevit’in milletvekilleri, türbanla Meclis’e girmeye çalışan Merve Kavakçı’yı salondan dışarı çıkarmış, halk da bu davranışı ödüllendirerek DSP’yi iktidara taşımış...
Bir yüzleşme girişimi de, dün, Radikal yazarı Murat Yetkin’den geldi.
Murat kardeşimiz yüzleşme çıtasını biraz daha yükseklere taşıyor.
Daha doğrusu, yüzleşirken meydan okuyor.
Ne yalan söyleyeyim, Murat Yetkin’in girişteki iddialı ve bir o kadar da delişmen cümlelerini okuyunca, “Herhalde itiraflarıyla aklımızı tavana fırlatacak... Bu meydan okuyan tavrıyla, gazetecileri kullanan generallere unutamayacakları bir etik dersi verecek” diye düşündüm.
Murat Yetkin, generallere değil, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’a meydan okuyor... “Bir kısım medya” ifadesini kullandığı için de suçluyor...
Erbakan “bir kısım medya” demeseymiş, kendileri de generallerin peşinden koşmazmış... Generaller tarafından dışlanmadıkları için bir kısım etkinliklere katılıyorlarmış, hiç düşünmeden brifinglere gidiyorlarmış, özel haberler yapıyorlarmış, vs...
Öyle bir yazı ki, insanın, “Aman kalsın, sen yüzleşme” diyesi geliyor.
Murat Yetkin’in 28 Şubat’taki rolü nedir, bilmiyorum.
İhtimal ki, haber kaynağı olarak gördüğü generallerle ilişkisini sürdürmüştür.
Suç değil, ayıp değil...
Fakat, Özden Örnek’in günlüklerinde geçen bir “hadise” var ki... Mutlaka yüzleşmeli, gerekirse özür dilemelidir.
Hadise şu:
Murat Yetkin, 2004 yılında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ü arıyor ve şu müjdeyi veriyor: “Elimde bir haber var... Hükümeti sıkıntıya düşürmek için bunu baş haber yapacağım...”
Hilmi Özkök’ün cevabı şu: “Eline ne geçecek?”
Evet Murat, eline ne geçecek?
O haberi manşet yapsaydın eline ne geçecekti?
Dahası, hükümeti sıkıntıya düşürecek haberleri generallerle paylaşmak nasıl bir gazeteciliktir?
Daha doğrusu gazetecilik midir?
Bırak yüzleşmeyi de, önce bu soruya cevap ver!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.