Tahran penceresinden bakanlar!
Son sıralarda hükümet ve Ahmet Davudoğlunun politikalarına karşı amansız bir taarruz ve saldırı var.
Bu saldırıları kasıtlı bulduğum kadarıyla haksız da buluyorum. Dış politikaya Tahran veya Tel Aviv penceresinden bakanlar Türkiyenin yalnız kaldığını düşünüyor ve vehmediyorlar. Ayrıca doğru olsun da bırakın yalnız kalsın. Tahran ekseni veya partizanlarına durum böyle gelebilir. Tahran eksen politikası izliyor ve bu eksende Türkiye yok. Zira Türkiye kimsenin kuyruğu değil. Bölgede ayrıştırıcı değil bütünleştirici ve uzlaştırıcı politikalar izliyor. Türkiye Tahran dahil kimseyi dışlamaktan yana değil. Bunun ikili ve çoklu ilişkilerde sürtüşme ve hırçınlık getireceğinin farkındadır. Bundan dolayı kızıştırıcı değil yatıştırıcı politikaları yeğlemektedir. Türkiyenin tercihi eksen politikası değil sorunları sıfırlama politikasıdır. Lakin sıfır sorun politikası İranın eksen politikasına toslamıştır. Onunla çekişme halindedir. Bu durumda Türkiye ne yapsın? Ahmet Davudoğlu Suriye dışında sıfır çözüm politikasının devam ettiğini söylemektedir. Lakin İran, Suriye politikasını da eksen politikasına dönüştürdüğünden Türkiyenin bu politikası haliyle eksen politikasının gergefine takılmıştır. Öyleyse bölgede gerilen ilişkilerin nedeni sıfır politikasının iflası değil Arap Baharı ile birlikte İranın keskinleşen bloklaşma, cepheleşme ve eksen politikasıdır. İran ise en iyi savunma taarruzdur diyerekten kendi politikalarını başka kavramlar altında pazarlamaya çalışmaktadır. Onlara göre bölgede iki politika var: Mümanaat yani direniş ve hegemonya politikası. Direnişi Tahran ve ekseni, hegemonyayı ise ABD ve işbirlikçileri temsil etmektedir. Türkiyedeki ulusalcılar da Tahranın vizyonunu benimsemiş bulunuyorlar. Halbuki, bölgedeki bütün sorun İranın hegemonyacı yaklaşımlarından ve politikalarından kaynaklanmaktadır. Hal böyle iken Türkiyenin bütün komşularıyla sorunlarını sıfırlı hale getireceği yerde fiiliyatta herkesle sorunlu hale getirdiğini ileri sürüyorlar. Peki! Bu neden kaynaklandı? İsraille ilişkilerimizin bozulmasının nedeni Türkiye değil bilakis İsrailin izlediği nobran politikalarıdır. Haaretz gazetesinden Zvi Barel yazdığı son makalelerinde İsrailin Mısır ve Türkiyeye karşı izlemiş olduğu yanlış politikaların bedelini ödediğini ve iki ülkeyi kaybettiğini yazmaktadır. Birisi Gazze saldırısının diğeri de Arap baharının ürünüdür. Lakin meseleye Tel Aviv penceresinden bakanlar sanki bu bedeli Türkiye ödemiş gibi tasvir ve takdim ediyorlar. Türkiye ile İsrail arasındaki soğukluk ayrıca Washigton-Ankara ilişkilerini eskisi kadar etkilemiyor.
¥
Tahran eksen politikası izlediğinden dolayı sadece Türkiye ile değil bütün bölge ülkeleriyle sorunlu hale gelmiştir. Dolayısıyla Suriye meselesi üzerinden Türkiye de İran ekseniyle sorunlu hale gelmiştir. Bu Tahran politikalarının tabii sonucudur. Ahmet Hatemi gibi İranlı din adamları Beşşarı destekledikleri için Suriye rejiminin yıkılmayacağını öngörmektedir. Irakta bir zamanlar yolu Baasla kesiştiğinden dolayı Allavinin hükümet kurmasına izin vermeyen aksine Nuri Malikiyi destekleyen Tahran rejimi ne pahasına olursa olsun Suriyede Baas iktidarını ayakta tutmak için bütün gücünü seferber etmiştir. İranın bu politikası Irakın içinde keskinleşmeyi, komşularıyla da sürtüşmeyi beraberinde getirmiştir. Şamı desteklemek için İran, mihverini harekete geçirmiştir. Şam üzerine Türkiye ve Körfez ülkelerinin baskılarını hafifletmek için tali cepheler açmayı bile göze alıyor. Sözgelimi durduk yerde Ahmedinejadın BAEye ait ve 1972 yılında Şah tarafından işgal edilen ve statüsü tartışmalı Ebu Musa adasını ziyareti tamamen gündem saptırmak ve Körfez ülkelerinin dikkatlerini başka yöne çekmek amacını taşımaktadır. Amacı, Suriye ile meşgul olan körfez ülkelerinin dikkatini Ebu Musa ve İran işgaline çekmek ve böylece enerjilerini heder etmektir.
¥
CHPnin Le Meridien Otelde düzenlediği Arap Baharı Konferansına katılan, El Muslimun gazetesi eski Yayın Yönetmeni Abdullah Rufai de Irak Başbakanı Nuri Malikinin de Türkiyeye sataşmasının arkasında Suriye cephesi üzerine yoğunlaşan Türkiyenin dikkatini dağıtmak olduğunu söylüyor. Dolayısıyla Türkiye önemli bir momentumda ve çatışma noktasında bulunuyor. Bu, Türkiyenin izlediği politikalardan değil objektif şartlardan ve siyasi ve içtimai kum fırtınalarından ve bölgenin zemininde kayan kumlardan ileri geliyor. Arap Baharı ile birlikte, İranın 10 yıldır Amerikan işgalleriyle kazandığı zemin ayağının altından kayıyor. Bunu hazmedemeyen İran keskinleşiyor ve hırçınlaşıyor. Suriyedeki rejim değiştiğinde Akdeniz penceresi kapanmış olacak. Buna mukabil, Bahreyndeki Şii tabanın gösterilerine destek vererek bu ülkeyi de velayet-i fakih haziresine sokmak istedi buna da Suudi Arabistanın hamlesi mani oldu. Bundan dolayı gerilimi tırmandırma politikası izliyor. Lakin Tahran penceresinden bakanlar, Tahranın zor durumundan kaynaklanan bu vaziyeti algılamak yerine aksine Tahranın sıkışmışlığını Türkiyeye mal etmeye çalışıyorlar. Sanki yıkılmaya yüz tutan Şam rejimi değil de Türkiye! Sanki bütün komşularıyla kavgalı olan Tahran ekseni değil de Türkiye! Tahranı haklı çıkarmak için de Celaleddin Yavuz gibiler Türkiyenin ABDnin parmağı doğrultusunda hareket ettiğini ileri sürüyorlar. Halbuki, İranın İsraile yönelik bütün tehditlerinin blöf olduğunu niye görmek istemiyorlar? İsrailin Gazze saldırısı sırasında İran Besiç güçlerini harekete geçirip yüzbinleri İsrail sınırına yığacaktı, ne oldu? Sonra Mavi Marmara sonrasına birçok gemiyi harekete geçiren İranın veya Lübnanlı müttefiklerinin gemileri neden sırra kadem bastı? İsraile karşı Süveyşi geçen İran gemilerinden de ses seda yok! İsraile gönderdiği gemiler hayali çıkarken Suriyede rejime destek için gönderdiği gemiler serapa gerçek. Tahran ekseni ve onun penceresinden bakanlar için yaşasın balık hafızası!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.