Günlüklere ve kendini kurtarmaya dair
Prof. Mustafa Erdoğanın zamanında yazdıklarından oluşan 28 Şubat Günlüğü: Post-Modern Darbenin Anatomisi adıyla yeniden yayımlanan kitabına (Orion Yayınları) göz gezdirirken aklıma geldi: Acaba 28 Şubatı içeriden yaşamış birilerinin günlüğü var mıdır?
Herkes ilk gençliğinde bir şeyler çiziktirir de, yazdıkları bir anlam taşıyacak yaşa ve mevkiye gelenlerden yaşadıklarını günbegün kayda geçirme zahmetine katlanan pek çıkmaz. Kendi hesabıma benim Kulis yazma güdüm, olaylara yakınken işitip gördüklerimi, okuyup düşündüklerimi, birilerinin bana benim de birilerine söylediklerimi kayıt altına almaktır.
Şimdilerde bir olayı hatırlamam için eskiden yayımlanmış Kulis yazılarıma göz atmam yetiyor...
Aslında askerlere bu yönde esin kaynağı olabilecek örnekler az değil: Atatürkün değişik dönemlerde tuttuğu notları olduğunu biliyoruz. Mareşal Fevzi Çakmak her gün yaşadıklarını yıllar boyu büyüklü küçüklü defterleri dolduracak şekilde yazmış; yayımlandığı için bu da biliniyor. Çeşitli komutanların savaş günlükleri var. Kâzım Karabekir de not tutmuş, muhalif kalınca başına bir şey gelmesin diye defterleri yakmış...
En ünlü günlük yazarımız bir denizci; birkaç dönem öncesi (2003-2005) Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapan Oramiral Özden Örnek... Alper Görmüş daha önce Nokta dergisi ve başka yerlerde parça parça yayımladığı Özden Örnekin günü gününe tuttuğu notları, bu kez İmaj ve Hakikat: Bir kuvvet komutanının kaleminden Türk ordusu adıyla kitaplaştırdı (EtkileşimYayınları).
İyi de yaptı. Böylece bir askerin rütbesi yükselirken düşüncelerinin nasıl gelişip evrildiğini de anlayabilmemiz için hareket noktası olabilecek derli toplu bir metin artık elimizde var.
Keşke Yaşar Büyükanıtın, Hilmi Özkökün, Hüseyin Kıvrıkoğlunun, İsmail Hakkı Karadayının da birer günlüğü olsaydı; belki vardır da... Varsa, keşke bizler de onları okuyabilme imkânına sahip olabilseydik...
Geçmişte yapılan edilenlerle yüzleştiğinde içimizden çıkanların ilk tepkisi nedense inkâr oluyor. Yapmadım, etmedim, hâşâ tavrına bürünülüyor. Dahası, bu tavrı herkesin benimsemesi de bekleniyor. Aynı inkâra hepimiz sarılırsak başımıza bir şey gelmez düşüncesi herkese hâkim oluyor. Çocuklukta öğreniyoruz bu savunma biçimini, yaşımız ilerlediğinde de vazgeçmiyoruz.
Sokaklara taşan eylemleriyle Kadıköyü cehenneme çeviren fanatik futbol seyircisi de, yaptığı işler ülkenin başına dertler açmış kerli ferli insanlar da...
Modernliği ve Batılı davranış tarzını kimselere bırakmayacak olanlar bile...
Oysa Batılı farklı davranıyor. Önemli bir yerde veya değerli bir kişinin yanında bulunup da günlük tutmayan, anılarını yayımlamayan neredeyse kimse yoktur Batıda. Birlikte batalım diyen de az çıkar; herkes kendini kurtarmaya bakar...
Dünyanın en büyük medya patronu unvanlı Rupert Murdochun etrafında cereyan eden gelişmeleri izliyorsanız fark etmişsinizdir: Murdoch ve yakınları siyasilerle görüşmelerini, onlara gönderdikleri ve karşılığında aldıkları notları saklamışlar... Aman bunları saklayalım da birlikte temize çıkalım demek yerine, Ertuğrul Özkök ile Kai Diekmanın kankası Rebekah Brooks o notları açıklayıverdi...
Rupert ve oğlu James Murdochun, hafta sonlarını birlikte geçirdiği Başbakan David Cameron ile bazı bakan ve danışmanlarının aleyhine olabileceğini düşünmeksizin... Batılı terbiye önce kendini kurtarmayı gerektirir çünkü...
Cameron başbakan olarak ne yaptı? Üstüne fazla gelinince basın danışmanı Andy Coulsonun kellesini aldı. Rebekah Hanımın yazışmaları yayımlamasıyla hedef haline gelen Kültür Bakanı Jeremy Hunt istifaya direniyor, ama o da gidici...
Göreceksiniz, Coulson karşı atak olarak Başbakan Cameronun yanında yaşananları günlüğünden aktaracak, Hunt da başına gelenden kimi suçluyorsa onu hedef alan notlarını yayımlayacaktır.
Herbiri tedbirini almıştır çünkü. Dışişleri Bakanı William Haguea danışmanlık yapan Amanda Platel hergün tanık olduklarını evine gidince görüntülü olarak kaydediyormuş meselâ...
Bizde böyleleri herhalde yoktur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.