Teorisiz pratik
Türkiye çok sık darbelerle karşılaşmasına rağmen bunların akademik bir analizi yapılmamış ve değerlendirmeler gazetecilerin dünyasının ötesine geçememiştir. Oysa darbe süreçlerini hem planlayan baş aktörün hem de yarattığı iç ve dış sonuçların akademik düzeyde incelenmesi gerekirdi. Böylece ulaşılan teorik çerçeve yeni teşebbüslerin doğru bir analizine imkan sağlardı. Bu yapılmadığı için ben de bir köşe yazısıyla işe başlayacağım ama akademik alana da adım atmaya çalışacağım.
Bir darbenin üç unsuru vardır: Birincisi ideoloji ve güncel siyaset çerçevesinde var olan düzenin eleştirilmesi ve yeni modelin gerekli olduğu düşüncesinin yaygın hale getirilmesi, ikincisi ülkede güvensizlik yaratacak eylemlerin yapılması, üçüncüsü darbeyi yapacak gücün harekete geçirilmesi.
Bu üç unsurun söylemlerinin darbenin nihai amacı olduğu kanısı tamamen yanlıştır. üstelik bu eylemleri yapanlar da gerçek amaç hakkında genelde herhangi bir bilgiye sahip değillerdir. Bu süreçte rol alanların yeni yönetimde görev almaları da onların aktör olduğu anlamına gelmez. Darbe liderinin ulaştığı mevki darbeyi planlayanların saklanması için kullanılan bir örtü niteliğindedir.
Genelde darbenin kendisi üzerinde tartışılır ve bu taraftar ya da karşı olmak biçiminde olabilir. Oysa darbenin asıl planlayıcısı amacına darbeye yönelik tepkilerle ulaşır. 12 Eylül darbecilerin ülkeyi yönetmesi için yapılmamıştır ve darbe sonrasında uygulanan ekonomik model sürecin başından beri ulaşılmak istenen sonuçtu ve bu bizim hiçbir katkımız ve direncimiz olmadan başarıldı.
Darbe süreçleri, önceden teorik bir çerçeve oluşturulmadığı için, bir sürü çelişkiler içerir. Mesela 12 Eylül öncesi Demirel ABD taraftarı sayılıyor ve ona karşı tavır alınıyordu. Oysa aynı Demirel SSCB ile en yakın ilişki kuran siyasetçi idi. Benim bu konuda ve o zamanlarda yaptığım analiz şuydu: Demirel ABD’nin de bilgisi dahilinde bu ilişkiyi sürdürmektedir. Ancak ABD içinde yeni oluşan bir güç odağı uygulanan bu politikaya karşı çıkmakta ve SSCB’ni karşısına alıp Avrupa’yı yeni kurulacak dengede taraf haline getirmek istemektedir. SSCB’nin Ortadoğu’ya sarkmasını engellemek isteyen güç ABD içinde yeni oluşan bu odaktır. Bu analiz beni daha sonra SSCB’deki rejim değişikliğinin bir iç sorun olmadığı, dünya dengelerini yeniden şekillendirmek için yapılmış bir hamle olduğu düşüncesine götürdü ve herkesin yıkıldı dediği günlerde Rusya’nın yirmi birinci yüzyılın yükselen gücü olacağı sonucuna vardım ve bunu ifade ettim.
Ergenekon operasyonunun ayrıntılarıyla uğraşmak yerine eğer bir darbe gerçekleşirse karşı hamlenin ne olacağını düşünmek gerekir. Darbeciler ideolojik amaçlarına ulaşabilirler ama Güneydoğudaki durum ne olur, bölgeyi kontrol edebilirler mi yoksa tepki demokrasi ve soy farklılığı adına oluşur ve ülkemiz baş edemeyeceği bir sorunla karşılaşır mı?
Bu konuda değişmez bir düşüncem var: İdeoloji bir araçtır ve bunu amaç zannedenler hiç ummadıkları sonuçlarla karşılaşırlar. Bu sadece bir taraf için değil çatışan her iki taraf için de geçerlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.