'Kürt Sorunu' mu, 'Kürtlerin Sorunları' mı?
Evvelâ mesele 'sorun'da. Dilde tasfiyecilik hareketi neticesinde, meseleler sorun, sorunlar mesele oldu. Bizim 'meselesiz' aydınlarımızın kendisine 'sorun' icat etmede üstüne yoktur. 'Sorun' ise, türetildiği 'soru'dan çağrışımını kurtaramamış; hâlâ serâzad, muhtevası noksan, zihin boşluğundaki seyahatine dillere düşerek devam ediyor.
Sorunlar yumağında karmakarışık bir terminoloji, kafası karışık aydınlarla, felsefî temeli bulunmayan yöneticilerin sağırlar diyalogu hâlinde sürdürülürken, halkımız bu muhtevasız ve suiniyetli tartışmaları hayretle seyrediyor.
***
Önce 'Kürt realitesi (gerçeği)'nden başlayalım. Bu 'realite', bilindiği gibi 1991'de Demirel ve Erdal İnönü tarafından keşfedilmişti. Bu muhteremler Diyarbakır'da arz-ı endam eyleyerek, sapı silik medyanın ve dış çevrelerin alkışları arasında cevherlerini yumurtlamışlardı. Sanki o zamana kadar Türk Milleti'nin bir parçası, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürt kardeşlerimizi tanımıyorlarmış gibi gerdan kırarak bunu ifade etmeleri, Türkiye'nin ve Türk Milleti'nin bütünlüğünün temeline konulmuş bir dinamitti.
Sonra, Mesut Yılmaz Başbakan iken gene Diyarbakır'a gidip 'AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer' diye saçmaladı. Bu defa da hiç kimse, 'Ne demek istiyorsun? AB'ye girmek için bu milleti Türk-Kürt diye ayırıp Kürtlere özerklik mi verelim?' diye sormadı.
2005'te de Başbakan Erdoğan Diyarbakır'a gidip 'Kürt sorunu'ndan söz etti. Ancak Başbakan daha sonra kendisini toparlayarak, 'Kürtlerin sorununu' kastettiğini söyledi. Bugün, Türkiye'nin 'gerçek lideri' olan Recep Tayyip Erdoğan, Kürtçü çevrelerin ve destekçilerinin tezviratına rağmen bu doğru çizgisini devam ettiriyor.
Bir devletin kendisini temsil yetkisine sahip kişilerinin, sonradan uluslararası sahada istismar edilebilecek ve devleti bağlayabilecek beyanlarda bulunurken çok dikkatli olmaları gerekir.
Bir köşe yazarı olarak ben 'Kürt sorunu' diyebilirim; bu sözüm hiçbir şekilde devleti ve Türkiye'yi bağlamaz. Lâkin, eğer devlet başkanı 'Kürt sorunu' diyecek olursa, kendi temsil ettiği devletin bir etnik sorunu olduğunu kabullenmiş olur. Bu takdirde, biz her ne kadar bunun bizim iç sorunumuz olduğunu iddia etsek de başkalarının bu konuda müdahalede bulunmasına yol açmış oluruz.
***
Türkiye'de etnik ayrımcılığa dayanan bir 'Kürt sorunu' yoktur. Kim ne derse desin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında hukukî ve siyasî açılardan hiçbir fark bulunmamaktadır. Kürtler, Türkiye'de azınlık değil, milleti meydana getiren aslî unsurlardan biridir. 'Kültürel kimlik' konusunda, devletin ilk dönemlerinde bütün vatandaşlara uygulanan 'tek tip insan' anlayışı artık söz konusu değildir.
Türkiye'de 'Kürt sorunu' yoktur; olsa olsa ideolojik kökenli, ırkçı-bölücü 'Kürtçülük sorunu' vardır. Milletimizin bir 'Kürt sorunu' yoktur; çünkü Türkler ve Kürtler, bunca aleyhte propagandalara rağmen birbirlerini farklı görmemektedir.
Türkiye'de 'Kürt sorunu' yoktur ama 'Terör sorun' vardır. Bölücü-ırkçı Kürtçülerin yönetimindeki terör örgütü, yakıp yıkmakta ve en adî cinayetleri işlemektedir.
Türkiye'de 'Kürt sorunu' yoktur ama 'Güneydoğu sorunu' vardır. Lâkin, bu bölgenin geri kalmışlığı hiçbir şekilde teröre haklılık kazandırmaz.
Başbakan Erdoğan, bu konuda doğru teşhisi koymuştur: Kürt sorunu yoktur; Kürt kardeşlerimizin meseleleri/sorunları vardır. Bu meseleleri en kısa zamanda hâlletmek, millet ve devlet olarak boynumuzun borcudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.