Usta yazarın içki isyanı
Süleyman Seyfi Öğün hoca, dindar olsun ladini olsun, demokrat olsun Kemalist olsun, tüketimde buluşan insanların, esasında aynı yöne baktıklarını, kendilerini farklı düşünce ekseninde gerçekleştirseler de, giderek aynı olmaya başladıklarını söyler ve yazar...
Kapitalizmin başarısıdır bu.
Diyalektik kural burada da işlemektedir: Kendilerini karşıtlık temelinde ifade eden (örgütleyen) taraflar, mahut kural uyarınca, birbirlerini belirlemekte, giderek birbirlerine dönüşmektedir...
Kaç gündür, sosyolojik bir sonuç olan, başka da bir şey olmayan, ancak ve sadece sosyoloji bilimi çerçevesinde anlaşılabilecek/değerlendirilebilecek opera ve mescit meselesini tartışıyoruz.
Esasında tartışmıyoruz...
Kendilerini seçkin, arınmış, kültürel olarak yırtmış, hatta dokunulamaz sayan birtakım gazetecilerin saldırılarını anlamaya çalışıyoruz ve galiba anlıyoruz.
Bu saldırıların altında, ne yazık ki, çok zalim bir öteki kavramlaştırması yatıyor.
Siyaseten yola çıkılabilecek, icabında aynı hedefe ateş edilebilecek ve hatta siyasi ortaklık yapılabilecek insanlar, değil mi ki talepler ve ihtiyaçlar kalemiyle kendisine benzemeyeni huzursuz ediyor, kendisine benzemeyeni şaşırtıyor, kendisine benzemeyenin hayat alanını daraltıyor, onlar artık ötekidir, öteki telakki edilmelidir...
Bunu, bu şekilde, dolambaçlı laflarla anlattığıma bakmayın.
Bu kavramlaştırmayı son derece saygısız ve terbiyesiz bir üslupla yapıyorlar.
Herhalde siyaseten pozisyon aldıklarını düşünüyorlar... Sanki ele aldığımız ve tartıştığımız konu, siyasal karşıtlaşmanın ürünüymüş gibi.
Hadi daha açık konuşalım:
Görünüşte hükümeti eleştiriyorlar ama hedefte öteki var. Ötekinden duydukları rahatsızlığı meşru muhalefetle kılıflamaya çalışıyorlar. Bir anlamda, bilinçaltlarını ele veriyorlar: Herkes her şeyi tüketemez. Tüketme hakkı ve ayrıcalığı yalnızca kendilerine ait...
Hükümete çak kardeşim.
Başbakanı yerden yere vur.
Bin tane Uludere yazısı yazdın... Bin tane daha yaz...
Uluderede akan kanların bir gün bu iktidarı boğacağını söyle...
Küfür manşetleri at...
Nezahetine yakışır laflar gönder... Sefil de, Zavallı de, Zorda olan sensin aslanım de...
Elinden gelen her melaneti sergile...
İktidarlar gidicidir... Başbakan bugün vardır, yarın yoktur... Yarın bir başka vasat kurulur, bir başka siyasal iklim oluşur, bir başka siyasal kültür ülkeye egemen olur. Sen de ettiğin küfürlerle kalırsın.
Fakat muhalefetini, varlıklarını yaşam alanına saldırı saydığın insanlar üzerinden yapma... O insanların modernizmle sınavını, tüketim alışkanlıklarını, tüketim ihtiyaçlarını yahut kapitalist hayat içindeki çürümüşlüklerini siyasal bir sonuç olarak değerlendirip, durumdan vazife çıkarma... Yani, işi yaşam alanı savunusuna dökme. Ayıp oluyor.
Bu işi 28 Şubat sürecinde Bedri Baykam gibiler yapardı. Emin Çölaşan gibiler yapardı.
Sosyolog Emre Kongar da teorik (!) kılıf hazırlardı...
Mesele gelir, Ay şekerim, köylüler geldi, semtimizi işgal etti sonucuna dayanırdı.
8HAMİŞ:
Kelimelere dans ettirme becerisine sahip usta yazar, babası ve kardeşiyle birlikte, her zaman yemek yedikleri içkili lokantaya gitmiş... Artık içki verilmediğini görünce şaşırmış... Durumu, hükümetin oluşturduğu korku atmosferiyle açıklıyor. İki adım öteye gitse, onlarca içkili lokanta bulacak. Gitmiyor... Korku edebiyatı yapıyor... Bu türden yazıları, eskiden, Deniz Som yazardı. Ne tuhaf!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.