Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Belle Epoque ve teneffüs devreleri

Belle Epoque ve teneffüs devreleri

Haccac-ı Zalim’in (Yusuf es Sakafi) hemen akabinde Yakup gibi ömer Bin Abdülaziz’in tulu etmesi ve devresinin çölün içinde bir vaha gibi belirmesi üzerine şaşkınlığını üzerinden atamayan birisi zamanının hekim el ümmesi (ümmetin bilge kişisi) olarak da anılan Hasan Basri’ye durumu ve bunun sebeb-i hikmetini sorar. O şöyle der: Şayet teneffüs devreleri olmasaydı insanlar helâk olurlardı. Bu hakikatın Kur’ân’daki tecellisi ve yansıması şudur: Fetalet bihimu’l emedü fekaset kulubuhum: Müddet ve fetret uzadı da onların kalpleri kaskatı kesiliverdi. Kalp katılığını önlemek için çöl içinde vahalar gerekir. Aksi takdirde, insan savabını yani dengesini kaybeder. Nitelikli ikinci Emevi devleti denebilecek olan günümüzde ise öyle kuraklık devreleriyle birlikte çöl içinde vahalar da yaşanmıştır.

Darbe dönemleri bir nevi Haccac dönemleridir. Siyaseten çölleşme iklimidir. Abdülmelik Fırat da her darbeden sona beş yıl yasaklı kaldığını ve ardından ferec ve ferahlama ve rahatlama dönemi geldiğini söylemiştir. İşte usr ve yüsr dönemleri yani birbirini takip eden zorluk ve kolaylık devreleri budur. Hiçbir dönem ebedî değildir. Bediüzzaman cennet âsâ bir bahar devresinin geleceğinden bahseder. Genel usr döneminden sonra gelecek yüsr dönemine işaret etmektedir. Ama bazen sahte cennetler de yaşanmıştır. Günümüzde de sahte bir lale devrini yaşıyoruz. üretimsiz bir tüketim çılgınlığı ve kazanmadan başkalarının kesesinden bolca yapılan harcamalar ve çalıntı hayatlar söz konusu. Osmanlı’yı da bu iyi havalar veya çalıntı hayatlar mahvetmişti. Ayağını yorganına göre uzatmamanın bedelini Osmanlı ağır ödedi. Lâle Devrini duyun-u umumiye onu da tasfiye dönemi takip etti.

***

Bir yazar Birinci Dünya Savaşı öncesine takaddüm eden bizdeki Lâle Devrine benzeyen Avrupa’daki Güzel çağ olarak anılan devreyi muhayyilesinde şöyle tasvir eder: “15 Nisan 1912’de Titanic, bütün yolcularıyla birlikte okyanusun soğuk sularına gömüldü. İngiliz Edwardian döneminin tüm ihtişamını yansıtan bu ‘batması imkânsız’ efsanevî gemi, şatafat ve lüksün o dönem için doruğunu temsil ediyordu. 14 Nisan 1912 gecesi, gemide son akşam yemeğinin yenildiği geceydi.”

‘Yolcular o akşam ne yediler, geceyi nasıl geçirdiler, mönüde neler vardı’ gibi konular, pek çok insanın ilgisini çekmiş konular oldu.

12 gün sonra 94. yıldönümü olacak bu efsanevî akşam yemeği ile ilgilenirsiniz diye düşündüm.

20. yüzyılın ilk on yılında İngiltere’ye hükmeden kral, VII. Edward idi. Şatafata ve iyi yaşama düşkün olan Kral Edward’ın hükümdarlığı dönemi, bu düşkünlüğün sanattan sosyal yaşama, hayatın her yanına yansıdığı bir dönemdi. Bu döneme (1901-1915) Anglosaksonlar Edwardian dönemi derken, Fransızlar da güzel çağ anlamına gelen Belle Epoque (bel epok, okuyun) adını veriyorlardı. İşte Titanic gemisi, bu Belle Epoque’un en görkemli abidelerinden biriydi ve Edwardian ihtişamını her güvertesinde yansıtacak şekilde tasarlanmıştı.

***

Sahraları aşıp vahaya ulaşmanın sırrı ve anahtarı sabırdır. Kur’ân’da bunun ifadesi şudur: Fetasav bi’l hakkı ve tevasav bi’s sabri… Hazreti Yusuf sıddik de böyle yapmıştır. Onun için de şöyle denmiştir.


Ne ağlarsın benim zülfü siyahım


Ne ağlarsın benim zülfü siyahım,

Bu da gelir bu da geçer ağlama.

Göklere erişti figânım ahım,

Bu da gelir bu da geçer ağlama.


Bir gülün çevresi dikendir hardır,

Bülbül har elinde ah İle zardır.

Ne olsa da kışın sonu bahardır,

Bu da gelir bu da geçer ağlama.


Daimi’yem her can ermez bu sırra,

Gerçek âşık olan erer o Nûra.

Yusuf sabır ile vardı Mısır’a,

Bu da gelir bu da geçer ağlama.


Fecr-i kazipler fecr-i sadıklar olduğu gibi sahte baharlar ve sahte kışlar dahi vardır. Bu meyanda 19’uncu yüzyılda Golde Age olarak geçen veya Belle Epogue olarak anılan sahte güzel çağlar yaşanmıştır. Bu çağları hemen beşerin bütün tarihî şerir birikim ve terakümatını ve mezalimini kusan küresel savaşlar takip etmiştir. İnsanlık, ancak 1914’ün çelik ve barut şafağında uyanmıştır. İkinci Meşrutiyet olarak da anılan 1908’de Osmanlı’da da böyle bir his ve coşku dönemi hakim olmuştur. Fukuyama gibi kimileri bu tarihi tarihin sonu olarak bellemiş veya addetmişlerdir. Bu beklentiyi kargaşa ve kargaşayı da ülkenin dört bir tarafında sökün eden harp hali harbi de çözülme izlemiştir. Kuruluş dönemleri de gerçek coşkuyla birlikte benzeri sancılardan hali değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi