Kürtlerle ortak tarihi yeniden inşa etme
Yeterince anlaşılabiliyor mu, Türkiye'nin ve bölgenin kaderini şekillendirecek süreç hak ettiği ölçüde algılanabiliyor mu, bilmiyorum. Tartışmaların içeriğine ve yoğunluğuna bakılırsa yeni durumun yeterince kavrandığı, hak ettiği ölçüde algılandığı söylenemez. Kamuoyundaki tartışmanın derinliği, bırakın yeni perspektifler açıp süreci kolaylaştırmayı, yapılmaya çalışılanı bile anlamaktan, yansıtmaktan uzak ve sınırlı bir görüntü veriyor. Muhtemelen bugünkü durum, daha öncekilerle birlikte ele alınıyor, “geçici ve sonuçsuz çabalardan biri daha” şeklinde kabul ediliyor.
Oysa, PKK, terör ve genel anlamda Kürt meselesi çerçevesinde şimdiye kadarki en ciddi adımlar atılıyor ya da atılmaya hazırlanılıyor. Bir anlamda tarihi nitelik taşıyan günleri yaşıyoruz. Yıllardır Türkiye'nin bütün enerjisini tüketen, ekonomisini mahveden, uluslararası ilişkilerini sabote eden, “iç savaş” ve “parçalanma” senaryolarıyla tartışılır hale getirilen, uluslararası düzeyde en etkin “kart”a dönüştürülen “en büyük sorun”un çözümüne, en azından niteliğinin değiştirilmesine, yumuşatılmasına, konuşulabilir hale getirilmesine yönelik ilk kez kapsamlı bir proje üretiliyor ve uygulanıyor. Ortak alanlardan hareketle, acı fedakarlıklar göze alınarak çıkılan yol, bu sefer öncekilerden farklı.
Beklentiler gerçekleşirse, bugünkü işaretler ve iyi niyetli çabalar sonuca ulaşırsa, Türkiye için yepyeni ve zinde bir dönem başlayacak. Sadece Türkiye için değil, sorunun tarafları için, bölgenin istikrarı için, yeni ortaklıklar /ittifaklar için, ayrışma değil yakınlaşma/bütünleşme için olacak bu.
Hem neden olmasın! Olmayacak, başarılamayacak bir şey mi ki olmasın! Bin yılda inşa edilen bir ortaklık, kader birliği neden devam etmesin! Bin yıllık bir tarih neden son bulsun? Avrupa'da, Latin Amerika'da, Asya-Pasifik'te, Orta Asya'da, dünyanın hemen bütün coğrafyalarında farklı formatlarda birliktelikler kurulurken, etnik farklılıklar üzerine çarpıcı, göz alıcı ortaklıklar inşa edilirken bu topraklardaki ayrıştırma senaryoları kader değil. Ortak geçmişleri kin ve nefretten ibaret olanların başardığını, bin yıldır zaten yaşayanlar neden başaramasın! Kangren olmuş, yüzyıllara yayılmış düşmanlıkların yanında Türklerle Kürtler arasındaki kavganın boyutu kadar olabilir ki…
Yıllardır bu ayrışmaya yatırım yapıldı. Türkiye içinden, PKK tarafından, Kürt milliyetçiliği üzerinden ve belki de en önemlisi, bölgesel ve üresel oyuncular tarafından. Birinci Körfez Savaşı sonrası bütün adımlar bu yönde oldu. Türkiye'de iktidara gelen kadrolar bilerek ya da bilmeyerek bu oyuna destek verdi. Göstermelik “çözüm” çabaları hep sorunu daha da erteleme adına yapıldı. Birileri öneriler koydu önümüze ve yıllarımızı bunları tartışarak geçirdik. Önerilerin sonucu hep daha beter bir çamura saplanmak oldu. Sorun daha da içinden çıkılmaz hal aldı. Çünkü çözümü amaçlamıyordu, sorunu erteliyordu ve başkalarının bölgesel planlamaları doğrultusunda hazırlanmıştı. Bu coğrafyanın insanları, aralarındaki anlaşmazlıkları kendi dilleriyle çözme yolunu unutmuşlardı.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Tv 24'teki konuşmasında, 1991'den bu yana yapılan yanlışlıkları, bu gerçeği şu cümlelerle hatırlattı: “1991'de Türkiye yanlış yapmıştır. BM kararına uygun olarak o zaman Kuzey Irak'a girebilseydi ki, uluslararası ve hukuki meşruiyet vardı, BM'nin kararı vardı, hem sonradan tampon bölge dedikleri husus hem 600 bine yakın insan o zaman gelmezdi, Çekiç Güç denen bela bugünkü sonuçları doğurmazdı. Neden ince eleyip sık dokuyoruz? Aldığımız bir karar bizi varmak istediğimiz hedefe yaklaştırıyor mu uzaklaştırıyor mu? Bu önemli.”
Bu sefer çok sesli aydın girişimleri yok. DTP belirleyici değil. PKK inisiyatif alamıyor. Uluslararası kamuoyu eskisi kadar zarar verici müdahale konumunda değil. Kuzey Irak ve PKK etkisinde kalanlar bağımsızlık, ayrılma iradesini sorguluyor. Ahmet Türk, “Ayrı bir devlet istemenin anlamsız olduğunu, düşmanlığa yol açacak bu talebin geleceği karartacağını, geçmişte etnisiteyi öne çıkarmanın şimdi büyük tuzaklarla dolu olduğunu gördüğünü” söylüyor. Benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün.
1991'den bu yan yapılan yanlışlıklar tekrarlanmazsa, bugüne kadar sorunu bir iktidar kapısı olarak görenler etkisizleştirilirse, yeni bir temsil eliti ve zihniyeti oluşturulabilirse, Türkiye sert ve geleneksel tutumunu daha rasyonel bir tavra dönüştürürse, Kürtler bölgesel ve küresel gelişmeleri yeniden sorgulama vizyonu geliştirebilirse, bin yıllık gelenek bir tükenişin değil yeni ve güçlü bir dinamiğin kaynağı haline gelir. İşte o zaman, bölgesel denklem de, haritalar da ortak iyilik yönünde değişir. Bu sefer bu şansı kullanmaktan başka seçenek yok…