Büyüme hızını yüzde 8.5'ten 3'e kim indirdi?
Dün milli gelir büyüme rakamı açıklandı. Büyüme beklentilerin altında gerçekleşti. Bu yıl nisan, mayıs ve haziranda ekonomi sabit fiyatlarla yüzde 2.9 büyüdü. Yılın ilk üç ayını dikkate aldığımızda ilk altı ayda büyüme yüzde 3.1 olarak gerçekleşti. Böylece ilk altı ayda büyüme hızı hedeflenen yıllık yüzde 4'ün altında kaldı.
Gelelim büyümenin bilinçli olarak niye düşürüldüğüne... 7 Eylül 2012'de IMF Türkiye'nin finansal sistem istikrar değerlendirme raporunu yayınladı. Bu son rapora ve daha önceki IMF raporlarına göre, Türkiye'nin 2011'de en önemli finansal riski şirketlerin yüksek döviz borçlarından kaynaklanıyor. Ve banka kısa vadeli dış borçları da ikinci bir risk unsurunu oluşturuyor.
Tabii bu iki kırılganlığın yüksek cari açık nedeniyle risk meydana getirdiğini söylemeye gerek yok herhalde.
İşte bu IMF değerlendirmeleri ve önerileri doğrultusunda ekonomi yönetimi bankaların açacakları kredi tutarlarını kısıtladı. Böylece bankaların ve şirketlerin dış borçlanmalarına da dolaylı sınırlama getirildi. Alınan bu tedbirlerin amacı hızlı büyüyen ekonomiyi yavaşlatmak, böylece yumuşak inişi sağlamaktı. Ama tedbirler ekonominin işleyişini gözden uzak tutunca büyüme hedefin de altına geriledi.
Peki büyümede gerilemenin sorumlusu kim? Sorumlusu IMF'nin raporlarını incelemeden dikkate alan ekonomi yönetimi. Çünkü Türkiye raporlarını yazan IMF uzmanları, bütün ülkelerde yasak olan "sermaye şirketlerinden ortakların para çekmesi" işleminin Türkiye'de serbest olduğunu bilmiyorlar. Ve şirketlerden çekilen bu paraların vergiden kaçınmak amacıyla yurtdışına çıkarıldığını ve tekrar şirkete borç olarak geri döndüğünü algılayamadıkları için de şirket döviz borçlarının yükselmesini kırılganlık olarak ele alıyorlar.
Yine Sabah ekonomiden Metin Can'ın haberinde belirttiği üzere, balık tutmaları için devlet yardımı olarak verilen ucuz mazotla balıkçıların balık tutmayıp, bu ucuz mazotu sattığını, minibüs ve halk otobüsü işlettiğini de IMF uzmanları bilmiyorlar. Dolayısıyla Türkiye'de cari açığın nasıl finanse edildiğini bilmeyen IMF uzmanları, raporu, küresel ticaret kurallarının harfiyen işlediği bir ülkeyi dikkate alarak yazdıklarından, ekonomide ortaya çıkan yüksek şirket borçlarının ve cari açığın büyük bir kırılganlık olduğunu düşünüp kredilere sert fren öneriyorlar. Daha doğrusu dönen tekere çomak sokuyorlar. Bizde de dönen tekere çomak sokma meraklısı çok olduğundan işler durup dururken aksıyor.
Gelelim Türkiye ekonomisinin neden yavaşlatılmaya ihtiyacı olmadığına...
Bir: Türkiye'de tam kapasitenin üzerinde bir talep gelişmesi olmadı. Çünkü imalat sanayisi kapasite kullanım oranları son üç yılda yüzde 77'nin üzerine çıkmadı.
İki: Enflasyondaki oynaklığın yarattığı belirsizlik, enflasyon hedefi rejiminin zayıf noktası, petrol fiyatlarındaki değişim türünden dış fiyat şokları olduğundan bu konuda zaten Merkez Bankası'nın yapabileceği bir şey yok.
Üç: Türkiye'nin bütçe açığı ve kamu borç yükü düşük düzeyde bulunuyor.
Dört: Türkiye Kasım 2010 -Haziran 2011 arasında parasını yüzde 30 devalüe ettiği için rekabet gücü kazandı, şoklara karşı kırılganlığı en aza inen ülke oldu. Ve bu sayede ihracat artmaya başladı ve ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 54'den yüzde 64'e yükseldi.
İşte bu saydığımız dört göstergenin görünümü dikkate alındığında Türkiye'nin iç talebi azaltmasına gerek yoktu. Çünkü dünyadaki büyüme hızının gerilemesi nedeniyle zaten büyümede normal bir gerileme yaşanacaktı. Ama bunun yanına hiç gereği yokken bir de iç talebi daraltıcı önlemler alınınca, zaten düşük hedeflenen büyüme hızının da altında bir rakam ortaya çıktı.
Peki ne yapmalı? Yapılması gereken şu: Kredi kısıtlaması gevşetilmeli. Ek vergiler getirilmemeli. Hatırlayın Çin devlet başkanı Hu Jintao, geçen hafta sonunda yapılan Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği zirvesinde 158 milyar dolarlık altyapı yatırımına hemen başlayacaklarını açıkladı. Bunun anlamı daha çok demir çelik ve daha çok malzeme tüketmek oluyor. Dolayısıyla Türkiye, büyüyen gelişmekte olan ülke ekonomilerine ihracatını çoğaltmak için rekabet gücü kazanmalı. Daha doğrusu rekabetçi kur politikası izlemeli. Şu anda bu ortam sağlanmış görünüyor. Çünkü gelişmekte ülkeler bazlı reel efektif döviz kuru endeksi düşük değerli seyrediyor, bunu bozmamak şart.
Bir de hemen belirtelim, Merkez Bankası döviz rezervleri ağustos sonunda, 92.9 milyar doları döviz olmak üzere altın dahil 108.7 milyar dolara ulaştı. İşte bu nedenle faiz lobisinin ataklarından da korkmaya gerek yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.