Engin Ardıç

Engin Ardıç

Bravo

Bravo

Tank üretimine başlıyoruz... 2010 yılına kadar bir tane “prototip” çıkacakmış, 2013 yılında da seri üretim başlayacakmış, ilk adımda 350 tank...

Kızılordu’nun ya da Wehrmacht’ın bir tek Kursk muharebesinde, ya da Rommel ile Montgomery’nin bir tek El Alamein’de yitirdikleri tank sayısına ne zaman ulaşırız acaba?

Birinde altı bin, ötekinde bin beş yüz tank sürülmüştü ortaya.

öte yandan, ilk savaş gemimizi de bitirmek üzereyiz.

Dokuz ay sonra denize inecek.

Böylece, tankın icadından tam doksan yıl, ahşap olmayan savaş gemilerinin ortaya çıkmasından da yüz elli yıl kadar sonra bu işleri başardık.

Matbaa konusunda epey beklemiştik, iki yüz elli yıl kadar, bu sefer elimizi çabuk tuttuk.

Böylece, “İmalat-ı Harbiye fabrikasında kasatura yaptık da kurtuluş savaşını öyle kazandık” şeklinde övünmüş olan Attila İlhan’ın ruhu da şadolacaktır.

Rahmetli her ne hikmetse Rusya’dan gelen altınlarla Fransa’dan top satın aldığımızı okurlarına duyurmak istememişti...

çanakkale muharebelerini kurtuluş savaşımızın bir parçası sananlar da mutlu olacaklardır, bu savaşı “yedi düvele” karşı verdiğimizi sananlar da.

Ben de mutlu oldum. çok şükür dedim.

Fakat benim “vasatistlerden” bir ricam da olacak:

Ziraat Bankası’nı “cumhuriyet ürünü” gibi göstermekten vazgeçsinler, çünkü 1888 yılında kurulmuştur. Sonra, kurtuluş savaşında, Ankara şubesi merkeze dönüştürüldü...

Herhalde Mekteb-i Harbiye’nin de eskiden İstanbul’da, adı üstünde Harbiye semtinde olduğunu biliyorlardır, bir süredir önünden geçmeseler de.

GATA’nın adı niçin Gülhane’dir, hiç merak ettiler mi?

Karı kız peşinde gezmekten zaman ayırırlarsa, otursunlar ve “İstanbul’da bulunan Osmanlı kurumlarının cumhuriyetle birlikte Ankara’ya nakil” öykülerini araştırsınlar.

çünkü bozkırın ortasında kendiliğinden bakanlıklar ve bunların personelinin “oluşuverdiğini” sanırlar.

Madem bankacılığa, özellikle merkez bankacılığına ilgi duyuyorlar ve de Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması tasarısına da tavır koyuyorlar, ben onların yerinde olsam “cumhuriyetin kendi parasını basmak için niçin dört yıl beklediğini” sorardım.

Ve de, 1927 yılında basılan ilk cumhuriyet paralarının, 1928 yılında yapılan alfabe devriminden sonra niçin değiştirilmediklerini, “yeni harflerle” banknot basımının niçin taa 1937 yılına, hani neredeyse Atatürk’ün son günlerine kadar bekletildiğini sorgulardım...

Yani, niçin harf devriminden sonra daha dokuz yıl Türk milletinin cebinde “eski yazılı paralarla” dolaştığını merak ederdim!

Ayrıca suç değil miydi bu yahu, eski yazı kullanmak?

Acaba İsmet Paşa’nın “masraf etmeme” saplantısının payı var mıdır bu gecikmede?

Yoksa halkın cebinde pek fazla parası yoktu da bu eski yazı meselesi önemli bir sorun çıkarmıyor muydu?

Niçin bu ülkenin paraları önce Osmanlı Bankası tarafından İngiltere’de, savaş yıllarında Berlin’de (Reichsdruckerei), savaş sonrasında Amerika’da bastırılmıştır?

Niçin bir Merkez Bankası kurmak için 1931 yılına kadar, kendi paramızı kendimiz basabilmek için 1958 yılına kadar beklenmiştir?

Bunları biz yazarsak kötü kişi oluruz.

Baksanıza, niçin devrimler gecikerek, ağır aksak yapıldı, on yıla yayıldı diyoruz, hakarete uğruyoruz.

Madem 1928 yılında yazıyı değiştireceksin, ya birinci emisyon paraları bir sene daha beklet, devrimden sonra çıkar, ya da yazı değişikliğini 1926 veya 1927’de yap, paraları ona göre bastır. Bu ne “koordinasyonsuzluktur” canım?

Ben şimdi kimin ve neyin düşmanı oldum ey şaşkınlar?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Engin Ardıç Arşivi