Kaygım
Aklıma gelen soru şu:
-Acaba Tayyip Erdoğan, önümüzdeki 10-11 yıl içinde AK Parti'nin iktidarda sorumluluk üstlendiği bir yapının olmazsa olmazlığını mı tercih eder yoksa sancılı bir sürece girilse bile, "üç dönem" ilkesinin hayata geçirilmesini mi?
Bu soruya verdiğim bence makul olan cevap şu:
-Tayyip Erdoğan önümüzdeki 10-11 yıl içinde AK Parti'nin iktidarda olmasını ister, kendisinin icraatın içinde olmasını ister ve bu arada üç dönem ilkesinin hayata geçirilmesini, kadroların yenilenmesini ve bunun sancısız başarılmasını ister.
Bu cevap, belli ki iki şeyin bir arada gerçekleşmesi anlamına geliyor.
Şu an AK Parti kongresi arefesinde yapılan çalışmalar da kuşkusuz bunu amaçlıyor.
Sanırım ki Tayyip Bey de bu dönüşümün sancısız olacağını ümit ediyor:
-Kendisinin halkoyu ile cumhurbaşkanı seçildiği,
-AK Parti'nin kendisi ile uyumlu bir kadro tarafından yönetildiği,
-AK Parti'nin kendisinden sonra da halkın teveccühüne mazhar olacak bir kadroya emanet edildiği,
-Hükümetin uyumlu bir ekip tarafından kurulduğu bir siyasi yapı.
Görüldüğü gibi bu sürecin her kademesi, "insan"la ilgili. Ve "farklı insan"la ilgili.
Böylesine farklılıklar içinde insicamı gerçekleştirmek... İşin zorluğu burada.
Onun için de AK Parti'nin bu kongresiyle başlayacak süreç, herhalde Türkiye ile ilgili projeksiyonlar yapan içerideki-dışarıdaki her çevre için büyük önem arz ediyor.
Bu coğrafyada işin zorluğu
Coğrafyamız, değişik yönden ve etkili rüzgarların estiği bir coğrafya.
Bir süreci başlattığınızda, sonundan adınız gibi emin olamıyorsunuz, bu açık.
Davutoğlu'nun ve tabii Türkiye'nin dış politika alanında yaşadığı zorluklar, bunun açık kanıtı.
Suriye nereden nereye geldi?
Sıfır sorun, kuşkusuz doğru bir politika idi. Ama sorunlu bir coğrafyada kardeşinizden bile emin olamayabiliyorsunuz.
Her gün, yeni bir gücün yeni bir hamlesi ile karşı karşıya kalmayı hesaba katmak lazım.
Amerika, Suriye'de beklediğiniz katkıyı sağlamadı, oyunun akışı tamamen değişti.
Tabii ki, her gelişme sizin farklı hamlenizle karşılanabilir. Siyaset de, diplomasi de, böylesine canlı, diri, hareketli bir alandır.
Amerikan diplomasisinin etkin isimlerinden Morton Abramowitz'in "Kürt sorunu Erdoğan'ın aşil topuğu olabilir" cümlesinin, tam da AK Parti kongresinin arefesinde, Hürriyet'in manşetinde yer alması acaba nasıl okunmalıdır? Amerika'daki lobileri dikkate alarak nasıl okunmalı, Hürriyet'in manşet yapmasını dikkate alarak nasıl okunmalıdır?
Pişmiş aşa soğuk su mu?
Şöyle bir cümle, üzerinde düşünmeye değer sanıyorum:
AK Parti, geçen 10 yıl içinde "Kürt sorunu"nu çözmüş olmayı isterdi, muhtemelen çözebileceğine de inanmıştı. Ama gerçekleşmedi. İktidarının onuncu yılında her gün, beşli onlu ölüm haberlerinin geldiği bir ülke manzarası çıktı ortaya. Aysel Tuğluk'un Abramowitz'le haberleşmiş gibi "Türkiye'ye rağmen ve Türkiye'siz" çözümler olacağına dair kehanetleri yer alıyor medyada.
Bunu neden yazıyorum: Planlar, gayretler, bazen varıyor, bir yerlere çarpıyor ve akamete uğruyor.
"Üç dönem" kuşkusuz Türkiye siyaseti için yepyeni bir durum.
Hem enerjiniz diri hem de "beni değiştirin" diyorsunuz, bu gerçekten yeni bir soluk demek siyasi hayatımız açısından.
Ama iş 'ya dere geçilirken at değiştirme tarzına dönüşürse' diye bir kaygı da en azından AK Parti iktidarının misyonuna inanan gönüllerde yankılanıyor.
Morton Abramowitz'in "AK Parti bölünebilir" kehanetini, şu anda ciddiye alan bir tek AK Partili olabilir mi? Ama adam yazmış. Bu adam da deyim yerindeyse boru değil. Keşke "Atmış kafadan" diyebilsek...
AK Parti kongre arefesinde.
Şu anda "kaygım" diye yazı yazmak pişmiş aşa soğuk su gibi algılanabilir. Niyetim tabii ki o değil. Niyetim, zaruretler arasında doğru bir denge kurup, geleceği sağlıklı planlama uyarısında bulunmak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.