Başörtüsü, mayo veya taytla kıyaslanabilir mi?
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan kılık-kıyafet yönetmeliği ve sonrasında başta Bakan Ömer Dinçer olmak üzere yapılan izah ve eleştirilerin ciddi bir muhasebeye muhtaç olduğu aşikâr.
Yeni kılık-kıyafet yönetmeliğini şekillendiren zihniyet ve siyasal iradenin toplumsal taleplerin ne kadar önünü açtığı veya başımıza ne gibi belalar getireceğine dair bir tartışmaya girişmemiz doğal hatta zaruri olsa gerek.
Başörtünün Hakkı Kısmi Özgürlük mü?
Okulları kışlalaştırmak, öğrenci ve öğretmenleri fişlemek gibi fonksiyonları icra eden Milli Güvenlik derslerinin tamamen kaldırılması son derece stratejik bir adımdı. Stat ve meydanlarda icra edilen faşist törenler yönetmeliğinin iptali de aynı şekilde. Kesintisiz eğitime son verip kademeli eğitimin yolunu açan 4+4+4 modeli de kimi tartışmalı yönlerine rağmen olumlu bir adımdı.
Irkçı-inkârcı and okuma ritüelinin ikinci kademede zorunlu olmaktan çıkarılması devamının geleceğine yönelik olumlu bir işaretti. Bütün okullar için seçmeli Kuran ve Siyer derslerinin müfredata girmesi, Kürtçenin seçmeli ders olması vs. Türkçü-Atatürkçü ideolojik şartlandırmaya vurulmuş okkalı birer tokattı.
Ancak bütün bu açılımlar kılık-kıyafet yönetmeliğiyle ortaya çıkan garabeti, kompleksif durumu ve zulmü tescil eden siyasal basiretsizliği hiçbir surette örtemez. Neden mi? Şöyle bir düşünelim: AK Parti Hükümetini tek tip kıyafete son verip de başörtüsüne son derece daraltılmış bir alanda serbesiyet bırakmaya iten hangi mücbir sebepler var? Kıyafet serbest deyip de başörtüsüne istisna koymaya sevk eden hangi politik veya ahlaki gerekçenin arkasına sığınabilirler acaba?
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçerin açıklamalarından yola çıkarak bu yönetmeliğin sınırlarının başörtülü öğrenciler için hangi gerekçelerle daraltıldığını anlamaya çalışmak yanlış olmaz sanırım. Dinçerin şu cümlelerine bakalım mesela: Bakanlık olarak biz ne yaptığımızın farkındayız. Bu bir hükümet yönetmeliği olduğuna göre, (okulların tamamı için) öyle bir niyetimiz olsaydı, bütünüyle bu yönetmelikle onu (başörtüsünü) serbest hale getirirdik. Yaptığımız uygulama, eğitimin ihtiyaçları doğrultusunda olan bir uygulamadır.
Biz de şu soruyu soralım: Hükümetin elini kolunu bağlayan nedir veya kimlerdir? Bakan Dinçerin beyanatını esas alacak olursak Hükümetin kendisi başörtüsü ile alakalı yasağın devamını eğitimin ihtiyaçları gibi müphem bir gerekçeye dayandırıyor.
Bu yeni yönetmelikle MEB ve Hükümet kimleri, hangi gerekçeyle teselli etmek istiyor biz tam olarak bilemiyoruz. Ancak kıyafet mecburiyetini kaldırırken başörtüsüne vebalı muamelesi yapıp İHLlerde tecrit altında tutmanın ahlaken, hukuken veya siyaseten hiçbir meşru dayanağı olamayacağı izahtan varestedir.
Kıyafette tek tip dayatmasının kaldırılması önemli ve ileri bir adımdır elbette. Lakin bu önemli ve ileri adım başörtüsüne yönelik tecridi öngören ayrımcılığı tescil eden korkunç bir tuzağı barındırdığını görmezden gelmemizi gerektirmez.
Bulaşıcı Bir Hastalık: Batıl Kıyas
Yeni yönetmeliğin başörtüsüne ilişkin yasakçı muhtevasıyla bu dönemde yargılanan 12 Eylül cuntasının ruhunu yansıttığı yönündeki itirazlar neden haksız bir itham olsun? Kemalist, ulusalcı veya sosyalist cenahın tipik İslam düşmanı tarzının tezahürü olan türban okullara giriyor cazgırlığıyla başörtüsü niçin ısrarla yasaklanıyor itirazlarını aynı kefeye koymak adaletli bir tutum sayılmaz. Başörtüsü yasağı İHLlerde zaten fiili olarak rafa kaldırıldı hem de sadece öğrenciler için değil aynı zamanda öğretmenler için. Hükümetin yönetmeliği direnişle elde edilen temel hakkı İHLler için bir adım ileri götürdüğü varsayılsa bile diğer tüm alanlarda (fiilen değil) resmen 100 adım geri götürdüğü besbelli değil mi?
Kadınlara yönelik devlet eliyle uygulanan şiddetin en çirkini olan başörtüsü yasağını tümden kaldırmamakla AK Parti Hükümeti kendi kalesine gol atmıştır. Başörtüsünü şeffaf elbiseyle, yırtmaçlı veya mini etekle, yırtık veya delikli kıyafetle, şort veya taytla kıyaslayarak bir yasak getiren geçersiz/batıl kıyas mantığı maalesef sadece Kemalist, sosyalist veya liberal kesimlerin hastalığı değilmiş.
Tesettür-mahremiyet hakkını absürt kıyaslar üzerinden gasp etmeyi adet edinmiş iktidar sınıflarının hem zihinlerimize hem de siyaset yapma biçimimize sirayet etmesine müsaade etmemek gibi bir sorumluluğumuz olduğu unutulmamalı. Ya hep ya hiç demeyelim ama Hükümet tarafından çantada keklik olarak görülmeye razı olmadığımızı da açık yüreklilikle ve yüksek sesle bildirelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.