Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Yüreğini Üniversiteye Taşıyan Adam

Yüreğini Üniversiteye Taşıyan Adam

Her adam yüreğini vazife yaptığı üniversiteye taşıyamaz. Taşıyanlar çok olsaydı üniversitelerden ecdâdın ve medeniyetimizin sesleri gelirdi.

Yüreği olan bir adam üniversitede vazife yapıyorsa, orada hayırlı işler oluyor demektir. İslâmca cehdi ve fikri olan bir adam üniversitede hocalık ediyorsa, o üniversitede karanlığa karşı meşale yakılıyor demektir. Müslümanca medeniyet dâvası olan bir adam üniversitede öğretim görevlisi olarak bulunuyorsa, orada irfanı, edebi ve fikri olan talebeler yetişiyor demektir.

Yürekli bir adam âriflerin, mürşid-i kâmillerin inşa ettiği medeniyet değerlerini üniversiteye yerleştirmeyi kafaya koymuşsa, orada talebelerin resmî ideoloji ve eğitimin iğvasına kapılmayacağına işarettir.

Fikrime ve gözlerime iyi gelen gri havanın kapladığı yağmurlu bir öğle sonrasında üniversiteye duhul ederken bu düşünceleri bir kez daha yaşadım.

Konferans salonunun içi dışı yüreği olan adamın talebeleriyle doluydu. Bir fütühat coşkusu vardı yüzlerinde. Fethettikleri bir diyarda fetihlerinin sebep ve mânasını anlatmaya hazırlanan savaşçı dervişler gibiydiler. Kapıdan girerken Mehmet Yaşar ve arkadaşlarının, kucaklarında bayram çöreği gibi tuttukları Fethi Gemuhluoğlu’nun “Dostluk Üzerine” kitabından takdim etmesiyle daha içeri girmeden vecde girdim. Yüreğini üniversiteye taşıyan adamın şâkirtleri ve talebeleriydi bu güzel insanlar.

Bu yürekli adam KSܒde vazife yapan öğretim görevlisi ve Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi Başkanı İsmail Göktürk’ten başkası değildir. “Türkiye’nin Toplumsal Tarihi” ve “Sosyoloji” dersleriyle bin yıllık İslâmlaşmış millet ve medeniyet değerlerimizi resmî tarih kirliliğinden arındırarak anlatıyor talebelerine. Bu hayır bile yeter ona.

Yürekli adam üniversitede tek başına kolonizatör Türk dervişleri gibi çalışıyor, kültür ve medeniyet değerlerimizi yayıyor, bulunduğu müesseseyi fethediyor, yani karanlık düşünce örtüsüyle kapatılan yüzünü irfanımıza açıyor.

Resmî bir vazifeli gibi değil, bağımsız bir fikir mektebi gibi faaliyet yapıyor. Ali Hocam’ın “ağyarını mâni, efradını cami” şekilde izah ve târiflerle dolu millet ve medeniyet yazılarını ve şerhlerini bir nâşir gibi sürekli çoğaltıp dağıtıyor. “Okuyun, sonra gelin konuşuruz” dediği talebeleri hiç eksilmiyor yanından. Bürokratik bir ofisten ziyade, melamî ve fikirli bir sohbethaneye benzeyen odasında talebeleriyle çay içiyor ve hasbıhâl ediyor.

Bunda ne var diyebilirsiniz. Elbette KSܒde güzel ahlâklı insanlar çok. Fakat, dâvası olan, sancısı olan ve yürek gücünü üniversiteye taşıyabilen adamdır muradımız. KSܒde İsmail Göktürk’ün âvazı yükseliyor, onun dokunaklı ve fikirli sesi duyuluyor yalnızca. Bir tekke, bir hususi mektep gibi çalışan bu yürekli adamın şâkirtlerine rastlıyoruz üniversitenin mekânlarında.

Başında bulunduğu “Kültür ve Medeniyet Topluluğu”nun öncüleri olan talebe-i güzidelerinden Mehmet Yaşar, H.Ahmet Eralp, Mehmet Can Tezekici, Akın Burak Soylu, Bekir Büyükkurt, Yasin Keskin, Elazığlı Hanifi gibi gönül erleriyle birlikte tertip ettiği “Mevlâna ve Aşk” adlı programa yazar Sâdık Yalsızuçanlar ve şair Mustafa Aydoğan’ı misafir ettiler. Sâdık Yalsızuçanlar, Hazreti Pîr Mevlâna’nın aşkını gönüllere öyle güzel nakşetti ki diline sağlık ustanın.

Erbabı bilir ki, aşk ve tasavvuf üstüne yapılacak sohbetlerden önce gönüllerin kıvamını bulması ve demini alması için mûsiki faslı şart. KSܒnün öğretim görevlilerinden Mevlevî mûsikisinin ağır ve cezbeli ustası Arif Yücel ve Tanburî Ahmet Görür hocaların meşkleri kalpleri mânâ ehlinin aşkıyla mest etti.

Akın Burak Soylu’nun takdiminden ve Mehmet Can Tezekici’inin programın gayesini sunmasındaki dil ve üslûptan hayli duygulandım. “Mehmet Yaşarlar çoğalıyor” dedim. Mehmet Yaşar, mûsikârların meşki eşliğinde Hz. Mevlâna’dan şiirler okudu ki, katı bir gönül dahi kar gibi erirdi. Ehl-i iman bir insan ölürken başucunda Mehmet Yaşar âriflerden, erenlerden şiirler okusun, göreceksiniz o insan farkında olmadan, acı çekmeden, mâsivayı hissetmeden istiğrak hâlinde ruhunu teslim eder, âhenk içinde ölür ve Hakk’a uçup gider.

İsmail Göktürk’ün Türkiye Yazarlar Birliği ve üniversite adına yaptığı programlarda malâyânî mevzular ve Atatürkçülük gibi resmî sisteme ait tek kelime bulamazsınız. Yaptığı her programda ve zihniyetini seçip getirdiği her konuşmacıyla, Allah’ın güzel isimleri, Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübarek hayatı, ashab-ı kiramın, âriflerin, mürşid-i kâmillerin sözleri, medeniyet inşacılarının fikirleri üniversiteye giriyor ve üniversite ideolojik yabancı kirlerinden arınıp temizleniyor. 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin balans ayarından geçen üniversitelerden işitemediğimiz, duyamadığımız medeniyetimize dair mevzu ve mefhumlar onun yürekli faaliyetleriyle üniversitede duyulur oldu. Bunun değerini, Türkiye’nin “derin” karanlıklarını gören bilir.

Onu “şöyle ilmi var, şu kadar bilgisi var” diye yüceltmek, taltif etmek değil meramım. Onun yüksek akademik unvanları da yok. Yüreğini, cesaretini ve inancını katarak işini iyi ve doğru tarafıyla yapıyor. Sahasında hayli ilmi ve bilgisi olanlar var üniversitede. Fakat Türkiye’de ilimlerini fikirleştiremeyen, derslerine yüreklerini katmayan üniversite hocalarının hayatı değiştirdiklerine, talebelerin zihninde kıvılcım oluşturduklarına şahit olmadık. Mesele, İsmail Göktürk gibi yüreğini derslerine ve talebelerin gönlüne katarak, genç zihinleri resmî zihniyetten arındırıp yeniden inşa etme meselesidir.

O bunu kendi çapında korkmadan yapıyor. Hiç böyle olmasaydı daha önce yaptığı “Türkü ve Şiir Programı”nda şair Memduh Atalay’ın, “Aşk şiiri yazamazdı Hasan Hüseyin / Çünkü aşk şiirden önce gelirdi / Ben adını ağaca yazdığım günden beri / Bir ileri iki geri ama sen hep şiirden içerisin / Adam aldırma demeden tam ortasında savaşın / Cihadın derdik eskiden eskimeyen davalar zamanında / Şimdi yedeğindeyiz karşı çıktığımız das kapital davasının / Ve savaşımızın tam ortasında das kapital / Namlular bizi gösterdiğinde aynı sesin yankısı / Bıçaklar keskinleştiğinde bizdik yine Allah’ın aslanı / Ali’den gelen bir damarımız var ki hep dimdik korkusuz / Ölümü güzelleştirdik ve ismimiz yaşadı çocuklarda / Adam gibi ölmesini bildik şükür / Kâra tahvil etmeden / Şimdi aşktan ayrı görünen yüzümüzü çok katlı bir muska gibi / Ağaran saçlarımız örtüyor hal ehli bilir / Tütün gibi sarıp yaktık dünyayı / Çay gibi ikram ettik tüm dünyalıkları…” mısralarını okutur muydu üniversitenin yüzüne.

Onun artçıları da var. KSܒnün kütüphane müdürü şair ve hikâyeci Hasan Ejderha’nın talebe-i güzidelere “abi”lik yapması üniversitenin yerlileşmesinin, fikirleşmesinin bir başka veçhesidir. Modernizm kokmayan ve resmîlik taslamayan, gönül dolusu kitaplar neşredilen bir yayınevine benziyor kütüphane. Raflar dolusu kitaplar, ecdâdımızı resmeden tablolar, çay ve hasbıhal iç içe. Talebelerin sığınağı bu mekân. Resmî bir daireye benzemiyor. Bir muharririn âsude bir yazıhanesinin ruhunu yaşatıyor müdâvimlerine.

Anlattıklarım, darbelere ve cellatlara tahaccüb eden despot üniversite kimliğinden arındırılmaya çalışılan bir Türk üniversitesindeki fecir pırıltılarıdır.








Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi