Yangına su taşımak
Hükümet, pimi çekilmiş bombayı andıran ve her an patlamaya hazır PKK meselesini halletmek için diyalog zeminini kurcalıyor ve zorluyor.
PKK’nın zehrini akıtmak istiyor. Fakat örgüt aynı pozisyonunu sürdürmek ve çıkmaz sokakta daha fazla yol almak istiyor. Son günlerde yeniden Apo üzerinden bir diyalog ve çözüm süreci başlatılmak istendi. Ahmet Türk ve Ayla Akat İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan ile görüştüler. İzlenimleri olumlu. Fakat görüşmeye tepkiler olumsuz oldu. Bu görüşmede Abdullah Öcalan’ın vermiş olduğu mesaj da net ve yapıcı değildi ve her yöne çekilebilir. Sözleri, ‘silahlara geri dönülebilecek ortamı ortadan kaldırmak’ şeklinde özetlenebilir. Bununla birlikte bazı kaynaklar onun silahın çözüm olmadığını söylediğini aktarıyorlar. Bu aktarılanlar doğru ise sorumlu bir açıklama. Iraklı Kürtler de çoktan beri aynı söylemi ve kanaati paylaşıyorlar.
Buna mukabil Kandil’den akortsuz sesler yükseliyor. Silahlara ön şartsız olarak veda etmek istemiyorlar. Kandil ve BDP’den bazıları yan çizdi. Zaten Remzi Kartal gibi PKK’nın Avrupa şubesi konumundaki isimler de ‘biz de varız’ mesajı veriyorlar. Dolayısıyla PKK merkeziyeti dağıldı ve söz kimin elinde belli değil. BDP, Kandil, İmralı bir de Avrupa kanadı var. Kaide’nin son yıllarda yaşadığı gibi örgüt adem-i merkezi bir yapı arz ediyor. Genelde Abdullah Öcalan’ın örgüte hakim ve tek karizmatik lider olduğu varsayılıyordu. Ama ortaya çıkan tablo hiç de öyle görünmüyor. Örgüt artık fiilen Öcalan’ı dinlemiyor.
Tevili üzerinden sözlerinin üzerini çiziyor. Artık Apo siyasi olarak bir kadavradır. Sakalı örgüte kaptırmış durumda. Öcalan’ın sözlerinin tevili üzerinden Abdullah Öcalan’ın içinde olduğu süreçler sabote ediliyor. Oysa yeni süreçle birlikte ihtiyati bir iyimserlik havası oluştu ve Lahdar İbrahimi’nin Cenevre II’den bahsetmesi gibi kimileri Oslo II sürecinden bahsetmeye başladılar. Bunlar erken edilmiş sözler. Böyle bir hava yok. İlk tepkiler cesaret kırıcı.
¥
Örgüt adına veya Kürtler adına kim konuşuyor veya kim konuşmaya salahiyetli belli değil. Abdullah Öcalan içerde olması nedeniyle ipleri elinden kaçırmıştır. Sadece kendisinin geleceğiyle ilgili pazarlıklar veya şantajlar yapmaya tevessül etmektedir. Murat Karayılan, Öcalan’la başlatılan süreci taktik bir süreç olarak nitelendirmektedir. Silahı elinde tutmak istediğinden dolayı da görüşmeyi taktik adım diyerek süreci sabote etmek istiyor. İlk değerlendirmesi bu yönde olmuştur. Bu noktada PKK ile hükümet arasında temel bir ayrışma var. Hükümet elbette silahsızlandırma meselesini taktik bir adım olarak görmüyor.
Zira meseleye farklı bir vizyonla bakıyor. Zira Kürt meselesi olarak takdim edilen meselede elbette kültürel zeminde haklı bazı talepler varsa da bunları dile getirmenin yöntemi silah kullanmak ve taşımak değildi. Dolayısıyla iptidaen de silah kullanmak hatalı idi. Zaten PKK tek yanlı değil iki taraflı bir silah bırakmadan söz ediyor. Bu, ‘devlet kendini feshetsin ve bize yer açsın’ demektir. Bunu söylerken de devletin Kürt halkı üzerine silah kullandığını iddia ediyor. Devletin siviller üzerine silah kullandığı iddiası safsatadır. Vaktiyle, 12 Eylül şartlarında yapılan hukuksuzluklar başka. Lakin devletin siviller üzerine silah kullandığını söylemek gerçekleri çarpıtmak ve devlet ile örgütü eşitlemek için bahane üretmektir.
Silah bırakmak Türkiye açısından taktik talep değil bir prensip meselesidir ve öyle kalmalıdır. Zira silah kullanma yöntemi başlangıç itibarıyla yanlış bir yöntemdir. Asıl PKK hedeflerine ulaşmak için silahı taktik olarak kullanmaktadır. Daha sonra da silah kullanmak hayat tarzı haline geldiğinden silahsızlanmayı sudan çıkmış balık durumuna benzetiyor.
¥
Karayılan’ın şaşkınlığı da bunu gösteriyor. ‘Silah bıraktıktan sonra ne yapacağız’ demeye getiriyor. Onlar insan öldürmeyi meslek haline getirmişler. Silahın esiri olmuşlar. Bu nedenle de silahtan kopamıyorlar. Mehmet Metiner’in dediği gibi Kürt halkının iradesini de esir almak istiyorlar. Kendilerini Türk halkının tek ve yegane temsilcisi olarak atamak va kabul ettirmek istiyorlar. Bu onaysız atamayı herkese de dayatmak istiyorlar. PKK, çıkmaz yolun ve sokağın adresidir. Ne kadar yürürlerse yürüsünler duvarla karşılaşacaklardır. Bu süreçte diyalog zeminine güvenmediklerini söylüyorlar. Kendilerine de kimse güvenmiyor. O nedenle de 2009 sürecini sabote etmişler ve çözümsüzlüğü dayatmışlardı.
Çözüm ise Kürt halkının bir biçimde çözümsüzlüğün adresi olan PKK ve türevlerini aşmasından geçiyor. Bu tercihiyle çıkmaz sokaktan düz yola inecektir. Bunun için Türkiye’deki zemin her zamankinden daha uygun ve olgundur. Lakin partizanlar, Kürt halkının iradesini kaçıranlar Kürt halkına çözümü yar etmek istemiyorlar. Bu açıdan süreç ya PKK’nın silahlarını terk etmesiyle ya da PKK’sız ilerlemek zorundadır. Zira PKK ile pazarlık süreci birinci engeli aşsa bile sonsuz engelleri aşamayacaktır. İnşaallah tersi olur ve bizim zannımız kuruntudan ibaret kalır. Önemli olan bizim zannımızın doğru çıkıp çıkmaması değil ülkenin huzura ve sükunete kavuşmasıdır. Ahmet Türk’ün ifadesiyle bunun için merhemi olan paylaşsın. Hüseyin Çelik’in dediği gibi suyu olan itfaiyeye katılsın ve yangını söndürsün.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.