Dosta ''sünnetsiz'' demedim
Bayramın birinci günü çıkan “Kurban ve Bayramı” başlıklı yazım dolayısıyla bir dostun incindiği anlaşılıyor. En fazla takıldığı kelime “sünnetsiz”; kendisine sünnetsiz dediğimi zannediyor, yazıyı böyle anlamış. Halbuki yazıyı heyecansız okumuş olsaydı onun yüksek zekası böyle bir hataya düşmezdi. Orada iki farklı görüş erbabından bahsettim; birincisi “Kur'an'da yoksa İslam'da da yoktur” diyenler; bunlara sünnetsizler dedim. İkincisi ise yazıda şöyle ifade edildi:
“Sünneti kabul ettiği halde usule uymayan tevillerle, delil olmayan nakıllerle (şiir, felsefe vb.) genel olarak genç hayvan kesimine ve özel olarak da Kurban bayramında ve hac ibadetinde kurban kesmeye karşı çıkanlara, kurban kesilmeli diyenlere de incitici sözlerle mukabele edenlere gelince…”
Dosta açık ve kesin olarak bu ikinciler içinde yer verdim ve kendisine asla “sünnetsiz” demedim, diyemem.
“Kurban kesilmeli, hayvanın genci, yaşlısı fark etmez” diyenleri acı ve ağır sözler söyleyerek inciten ve bunu devamlı yapan “Dost” idi. Ben yazımda asla incitecek bir ifade kullanmadım, yalnızca kanâatimi ve delillerini açıkladım, bu kanaat genel ve vazgeçilemez olduğu için farklı şeyler söylendiğinde halkın kafasının karıştığını, başkaca bir faydasının olmadığını ifade ettim.
Dostun cevabî yazısında yeni bir delil yok, önce söylenenler tekrar ediliyor, bu sebeple ben de önce yazdıklarımı tekrar etmeyi gerekli görmüyorum. İki taraf da söyleyeceğini söylemiştir, bundan sonrasını uygulayıcılara bırakmak gerekir.
Tartışmayı, “dostun gül atmasına” atfen bir güfte ile tatlıya bağlamak isterim:
Yollarına gül döktüm
Gelir de geçer diye
Gelmedin boynum büktüm
Başka “dost” seçer diye
Bu vesile ile okuyucularımla paylaşmak istediğim bir bilgi var: geçtiğimiz kurban bayramında, hem ülkemizin Güneydoğusunda hem de başta Afrika olmak üzere yoksulların çokça bulunduğu diğer İslam ülkelerinde Kurban kesip dağıtma ibadetinin başarı ile yürütüldüğünü, çok güzel sonuçlar alındığını öğrendim. Bu işe gönül verenler bayram günlerinde ailelerinin yanında olmaya, o yoksulların yanında olmayı tercih ettiler, birçoğu kurban etlerini yoksul ailelere bizzat götürdüler, sofralarına oturup halleriyle hallendiler.
Bir doktordan şunu da öğrendim: Yılda bir kere bile kırmızı et yemek kansızlığa düşmeyi engelleyebiliyormuş. Bu doğru ise “Yılda bir kere et dağıtmanın ne kıymeti var” dememek gerekiyor. Ancak bununla yetinmek de şüphesiz caiz değildir. Bir topluluk içinde yaşayanlar arasında gelir ve refah farklılığı varsa -ki, bu kaçınılmazdır- İslam'a göre elinde fazlası olanlar onu, zaruret/ihtiyaç ölçüsünde muhtaç olanlara vermekle yükümlüdürler. Bu verme borcu, herkesin temel ihtiyaçlarını temin etmelerine kadar devam etmektedir. Malın kırkta birini zekat olarak vermekle, infak, sadaka, fitre vermek ve kurban eti dağıtmakla bu borç ödenmiyor, hala temel ihtiyaçları temin edilmemiş insanlar kalıyorsa kırkta birden daha fazlasını vermek borçtur.
Hepimizin, elimizdeki fazlayı lüks ve israf ölçülerinde harcarken bundan mutlaka sorguya çekileceğimizi ve “imkanı var iken borcunu ödemeyenlerle” birlikte muhakeme edileceğimizi unutmamamız gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.