Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

“İyi Yazı”, Modern Yazı Değildir

“İyi Yazı”, Modern Yazı Değildir

 

Modernliğin zemininden seslenen bir yazı, mâneviyatçı ve ruhçu görünse de sekülerlikten kurtulamaz. Çünkü düşüncesini ve sanatını, insanın din yoluyla öğrendiği bilgi, mefhum ve kelimelerin içini boşaltarak anlatır. Sözde “özgür insanın” iradesini yansıttığını iddia eden modern yazı, mâna ve ruha kattıkları Allah merkezli değildir.  
 
      Dolayısıyla modern yazı, ruhu olmayan bir metadır. Eşyalaşır, reklâm karakteri taşır, mâlûmat veren bir reçetedir. Yazıyla nikahlananlar bilmelidirler ki modern yazı, iyi yazı değildir. İyi yazı da modernlik taşıyan bir yazı aslâ değildir.       
 
       MODERN YAZI SEKÜLERDİR, A’RÂFTADIR, AİDİYETSİZDİR
 
       Modern yazı, seküler ve aidiyetsizdir. Allah’ın varlığına ve gönderdiği dinin esaslarına kayıtlı değildir. İlâhî olanı arka plâna atan her türlü dünyevî bilim, sanat ve felsefeden beslenir. Eşya ve hadiseleri, tabiatta olup bitenleri ve insanın derûnundakileri tasvir ederken, hikâye, roman ve şiirleştirirken Yaradan’ı tam olarak yazının merkezine almaz. Eklektir, sentezcidir, a’raftadır, agnostiktir. Bazan yarım inanır, bazen hiç inanmaz. Dinden âzade olmayı veya kopmayı tercih ettiği için durduğu ve baktığı yer itibariyle patolojik, yani hastalıklıdır.
 
      Modern olmayan yazılar, mukaddes metinlerdeki geleneği takip eder. İnsanın derûnundakileri, eşya ve hadiseleri, tabiatta gördüklerini uhrevî mâna ve fikirleri takip ederek anlatır. İslâm medeniyetindeki gibi kıssa, şiir, hikâye, mesnevî, menkıbe, nükte, nakil, haber, ilim ve her ne yazılırsa yazılsın, zamanın şartlarını bu esasları kaybetmeden yazıya geçirir.    
 
     Modernlikten kurtulmak isteyen bir yazı, dilini, mefhum ve mazmunlarını daima dînden neşet eden mâna etrafında aramalı. Böylece iyi yazı yoldan çıkıp, dinden kopuk sırf bir sanat olma peşinde koşmasın. Çünkü iyi yazının, dinden uzak modern yazı gibi sanat olma gayesi yoktur.    
 
      Bediüzzaman Hazretleri’nin nazım, yani şiir için söylediklerinden yazıya da ders çıkarmak mümkün. “Muhakemat”ında, sözün mânâya hizmet etmesi gerektiğini, muhtevanın yani mânânın önemli olduğunu, lâfızperestliğin bir hastalık olduğu gibi üslûpperestliğin, teşbihperestliğin ve kafiyeperestliğin de ifrata kaçıldığında mânâyı feda edecek derecede bir maraz olduğunu, sanat ve estetik değerin dinin yerini almamasını, söz inşasının mânânın hakikatine perde yapılmamasını, asıl söylenmek istenen şeyin söyleme biçimine feda edilmemesini, şeklin belirleyici olmamasını beyan ediyor. 
 
     İyi yazıya yol gösteren bu asil ikaza hürmet etmek düşer. Materyalist ve modernler gibi, yazıyı meydana getiren dili ve mefhumlarını İslâm’a bağlı mâna köklerinden koparıp, dinden uzaklaşmış bir “okuma parçası” hâline dönüştürmemek en temel düsturdur. 
 
      YAZININ MEŞRÛİYETİ
 
      Bir yazının mutlaka aidiyeti olmalı. Yazının meşrûiyeti aidiyetine sadakatte aranmalı ve bağlı olduğu millete aidiyetini iliklerine kadar hissettirmeli.  
 
      İslâm ülkesinde yazılan bir yazı Müslümanın kalp ve dimağına, fikir ve imanına hitap ettiği ölçüde meşrûiyet kazanır. Şiir, hikâye, roman, nesir ve benzeri her yazı İslâmlaşmış milletin ve medeniyetin değerlerinden bir kırıntı dahi yazmaktan geri duruyorsa, yazılanların meşrûiyeti olamaz.
 
      “İyi yazı”nın serdarlarından âmâ üstadım Cemil Meriç’e göre yazının ana unsuru olan kelimelerin insan gibi aidiyeti, hasletleri, yani kimliği vardır. Yazıyı hayatına katık yapanlara “Senin türben kelimeler. Yuvarlanırken tırnaklarını kağıda geçirmek istiyorsun; kağıda, yani ebediyete” diyor:
 
     “Kelimeler benim sudaki gölgem, okşayamam onları, öpemem. (…) Gönülden gönüle köprü, asırdan asıra merdiven. Kelime, kendimi seyrettiğim dere. Kelime sonsuz, kelime adem. Kuşlara benzer kelimeler, odana dolarlar bir akşam. Nereden gelirler bilinmez. Kâh çığlık çığlığadırlar, kâh sesleri işitilmez. Çiçeğe benzer kelimeler; turuncu, erguvan, beyaz. Bir rüzgâr sürükler hepsini.”     
 
      YAZI, İNSANI İRŞAD EDER Mİ?
 
      İyi ve bedî yazının yüreği vardır, insanı derûna çeker, mâveranın ve mukaddesin güzelliklerini tattırır. Hakikatlerin doğruluğuna ve hikmetin ışığına götürür insanı. Kalbi vardır iyi ve bediî yazının, mânanın menşurundan süzülmüş duyguları yaşatır. Bizi bizden alamıyorsa bir yazı, iyi yazı vasfını kazanmamış demektir. 
 
     Yazıyı “lakırdı silsilesi” olmaktan kurtarmak için imla bilgisiyle birlikte bir besteci gibi hareket etmelidir yazanlar. İyi yazı sadece “kelâm işi değil, kemâl işidir” ki, mutlaka ilm-i bedîinin hususiyetlerini az çok taşıması gerek.
 
     Yazılan yazı bin miligramlık yazı olmalıdır ki, cümlelerin ahenginden ve üslûbundan dolayı okuyanın ilm-i belagatını ve ifade zevkini yükseltsin ve anlamanın hazzını en üst noktaya çıkarsın. 
 
      “YAZININ DA KALBİ VARDIR”
 
      Modern yazının kalbi ve inançları yoktur. Şair Memduh Atalay “Yazının iffeti, yazarın ona sâdık olmasıyla korunur” diyor ve iyi yazının kalbin dostu olduğunu, yazının değerini kalp gözüyle bakanların bilebileceğini müdafaa ediyor: 
 
      “Yazının da kalbi vardır. Öyle bir kalptir ki, çürümüşlüğü veya dirilişi, ancak kalp gözüyle görenlerce fark edilebilir. İçindeki sıkıntıyı ‘kalem kıymığına mı oturdum’ diyerek yazı malzemesine hürmetsizliğe bağlayan Hz. Ali Efendimiz; ayağını kağıt bulundu diye Çin’e doğru uzatmayan sevgili Peygamberimizin ahlâkından izler yansıtıyordu bütün zamana ve mekâna... Ve bu mirasın sahipleri olan müminler arasında ‘yazı’ ve ‘yazar’ bir ‘rey’ kadar, bir ‘seçmen’ kadar değer taşımıyorsa, hakikat elden gitti demektir.”
 
      MODERN OMAYAN YAZI, DAYANIKLI YAZIDIR 
 
      Modern olmayan yazı, iyi ve dayanıklı yazı demektir. Üslûbu, dili ve muhtevasıyla bağlı olduğu milletin damarlarına girebilen, şuurunda yer edinen ve değerlerine yeni mânalar katan yazı dayanıklı bir yazıdır. 
 
     İnsanların yüreğine girdiğinde ateş çıkaran yazı, her türlü ambargo ve sansüre rağmen uzun zaman geçse dahi değerinden asla bir şey kaybetmez.
 
-------------------------------------------------- 
 
       İLÂVE YAZI:
   
       TÜRKÜDAR TOLGA TOLUN, YEMEN TÜRKÜSÜ EHLİDİR
 
       Tolga Tolun: Maişet mesleği ziraat mühendisi. Asıl mesleği türküdar, yani ozan. Ozan dediysem, necaset saçan ekranlarda, haram ve süflî olan eğlence yerlerinde, “şıkıdım” havası düğünlerde köçeklik eden, türküdarlığın şânına zül getiren ve leke düşüren ozanlardan değil elbet. Rumuza yabancı nağmeler çıkaran yabancı hiçbir mûsiki âletine benzemeyen ve elektronikle bağlantısı olmayan, ecdâdımızın asırlardır gönül parmakları ve tezenesiyle çaldığı, Bağlama ile gönül içre “aziz türkülerimizi” Müslümanca çalıp söyleyen bir türküdardır. Ecdâdımız, günümüzde modernizme bulaşarak yozlaşan türküdarlık unvanını derviş, şair ve edip gibi hürmete şâyan bir meşguliyet olarak görürdü.  
 
     İçli, sâkin ve hüzünlü bir meşrebe sahip Tolga Tolun. Bin miligramlık hüzünlü türkülerin nağmeleri aynıyla sîmasına sinmiş “yolda” olan bir dost. Türkü çalarken gülmüyor, yiyecek yemiyor, su içmiyor. Yüzü, sazın tellerine dokunan parmaklarına bakıyor sadece; edepli, vakarlı ve utangaç… Tasavvuf ve tekke menşeli türkülerimizden din ü millet değerlerimize hürmetkâr sevda yüklü isyan türkülerimize kadar bizi biz yapan sızı ve gurbet türkülerini zikir çeken bir derviş edasıyla söylüyor. Dostluğun pîrleri ondan râzı olsun.  
 
-------------------------
 
NOT: Muarızlarım Ömay, Cemay ve Hunu’ya derim ki: Fikir üzere teati ise muradınız, tek tek gelin. Yandaşlarınızla hep birden saldırmayın.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi