Brüksel mi Şanghay mı?
Başbakan Erdoğan, Tuncer Kılınç Paşa gibi konuştu yer yerinden oynadı. Başka konulara yoğunlaştığımızdan tartışmayı önce fark edemedik. Akisleri üzerinden meseleyi kavradık. Şanghay bölgesi ülkelerinden Tacikistan gibi ülkelerde basında konuşmanın geniş yankı bulması da akislerin hacmini ve dalgalanmasını gösteriyor. Soru şu: Şanghay İşbirliği Örgütü Türkiye açısından AB’nin yerini alabilir mi veya alternatifi olabilir mi? Başbakan da açıklamalarında henüz söylediklerinin bir beyin jimnastiği düzeyinde olduğunu ve bu meselenin olgunlaşması için hazırlık devresi geçirmesi gerektiğini söyledi. Kimileri de buna adale(muscle-flexing) gösterisi diyor. Daha önce de bu yöndeki konuşması da liberal kesimlerden ses getirmişti. Türkiye’ye liberal vesayetlerini dayatmaya çalışıyorlar. Liberaller meseleyi fayda-zarar zemininden ziyade kategorik zeminde ele alıyorlar. Türkiye dışlansa bile, onlara göre sektirmeden ve caymadan aynı istikamette seyretmeli. İstikamet sapması yaşamamalı. Onlar bazı Batılılar gibi düşünüyorlar. Türkiye ile AB arasında uzun bekleyiş döneminden sonra izdivaç mümkün olmasa bile Türkiye uzatmalı sevgili veya metres olarak AB ile ilişkilerini sürdürmeli. İla nihaye Batı limanına demir atmalı. Bu ulusalcıların Kemalistliğine benziyor. Bu yaklaşımda aklı gölgeleyen ve çıkarları aşan bir yön bulunuyor. Ulusalcıların Kemalist ideoloji hakkındaki hissi tutumları gibi aynı şekilde liberallerin de AB konusunda aklı aşan hissi bir tutumları var. AB normlarının AB’den önemli olduğunu söylüyorlar. Onlara göre, AB normları AB’nin kendisinden daha önemli. Süreç hedeften daha önemli hale geliyor. İyi ama bu Türkiye’nin önünü kesiyor ve gelişmesini sekteye uğratıyor. Her çıkışı alternatif olarak görüyor ve eksen kayması adıyla önünü kesiyor.
¥
Bu dogmatik AB yaklaşımını terk etmek gerekiyor. Öyleyse AB ortaklığı kategorik bir yaklaşım değil, sadece seçeneklerden birisidir. Zararlı yönleri olduğu gibi faydalı yönleri de vardır. Şanghay İşbirliği Örgütü de aynı şekilde bir seçenektir ve hakkında, yanlış ve doğruları ve fayda ve zararları tartılarak bir yaklaşım tarzı belirlenebilir. Lakin İşçi Partisi gibi bunu da bir seçenekten öte tek kategori veya tek istikamet olarak görenler var. Bu da hastalıklı bir yaklaşımdır. Türkiye’nin kategorik ekseni İslam dünyasıdır. Bunun bir tarafı Türk dünyası diğer tarafı da Arap alemidir. Dolayısıyla Türkiye bu iki yakayı bir araya getirecek seçeneklerde öncü olmalıdır. Bunu giden yollarda taktik girişimlere de ortak olabilir.
¥
Graham Fuller’e göre AB bir medeniyet projesidir. Bizdeki taraftarları da demokrasi normunu ve Batı medeniyetini temsil ettiği için AB’nin vazgeçilmez bir kategori olduğunu düşünüyorlar. Bununla birlikte, AB, 10 yıldan beri ileri giden değil, geri giden süreci temsil etmektedir. Kendi içinde kan kaybetmeye devam ediyor. Siyasi bir birlik olamadı ve son ekonomik krizle birlikte ekonomik ayağı da aksıyor. Türkiye’nin dışında bir iki ülke daha katılmak istiyor lakin artık cazibesini kaybetti. Zira içindeki müzmin problemleri halledebilmiş değil. İspanya’daki azınlıklar hâlâ ayrılık teli çalıyor. Onun ötesinde birliğe nazlanarak giren İngiltere kendi yolunda devam etmek istiyor. Başbakan David Cameron böyle gider ve yeniden seçilirse AB ile yollarını ayıracağını ve tek yönlü çıkış bileti alacağını söylüyor. Bu durumda AB’de ısrarın bir anlamı yok. Zira treni biz değil, AB kaçırıyor.
¥
AB’nin yerinde yeller eserken son AB’ci biz kalmayalım. Bu gerçeklere rağmen Türkiye’de saçma ve absürd bir tartışma yürütülüyor. Kılıçdaroğlu yine Batı uygarlığından vazgeçemeyeceğimizi seslendiriyor. Erdoğan ise son demlerinde ‘bizim medeniyetimiz’ vurgusuyla İslam medeniyetine işaret ediyor. Batı medeniyeti gerçekten bizim medeniyetimiz midir, normları gerçekten de bizim normlarımız mıdır? Kaldı ki Başbakan Erdoğan’ın yerinde vurguladığı gibi Türkiye’nin üyelik ihtimaline karşı AB içinde keskin bir muhalefet (adamant opposition) devam etmektedir. Buna mukabil, Malik Binnebi’nin dediği gibi, Türkiye gibi İslam ülkeleri yüzünü Avrasya ile birlikte belki de Avrasya’ya dönmelidir. Bununla birlikte Mansur Akgün ve Cengiz Çandar’a göre AKP bunu yaptığında başına bir kaza gelebilir. Bunlar da görüldüğü gibi Batıcı ve kategorik demokrat! Şark’a geçit ve dönüş yok. Ya da Batı’dan kopuş yok! Bu gibi zevat Batı uygarlığından sapma yok diyorlar ama Batı karşımıza bir kültürel duvarla çıkıyor. Bu durumda kendimizi AB yoluna feda mı edelim? Elbette AB ile Şanghay arasında nispi bir fark var. AB ideolojik olarak laik ve mekanizma olarak demokrat. Şanghay İşbirliği Örgütü ise sadece stratejik bir ittifak, normu falan yok. Bir diktatörlük bölgesi olarak da anılabilir. Dolayısıyla arada AB lehinde nispi bir fark var. Ama bu mutlak bir fark değil. ABD de demokratik olmakla birlikte hegemonik bir güç.
Kendi gök kubbemiz olduğu gibi kendi şemsiye örgütümüz de olmalı. Bu örgüt, siyasi merkez olarak İstanbul’u, dini merkez olarak Mekke-Medine ve Kudüs’ü almalıdır. Çandar’ın kaygıyla izlediği gibi, Türkiye asıl yatağı ve mecrası olan İslam dünyasına yönelmiştir.
Zaman yanlış ekseni tamir ve tashih ediyor. Bu süreçte liberallerle ek bir ihtilaflı noktamız daha yüzeye çıkıyor. Kürt meselesi, ordu meselesinden sonra AB meselesinde de tutumlarımız tam tamına örtüşmüyor. Bu üsten bakma ve akıl tutulması devam ederse ‘sepet koluna herkes kendi yoluna’ deme vakti hızla yaklaşmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.