Onlar Yüzleşmeye, Biz Hesaplaşmaya Mecburuz
Askeri darbeler ve resmi ideoloji üzerinde toplum üzerinde vesayete kuran iktidar sınıfları Ergenekon ve Balyoz davaları sonrasında mecburen makam değiştirdikleri gözden kaçmıyor. Ezmeye, tehdit etmeye, son noktayı koymaya şartlanmış muktedir söylemlerin yerinde yeller esiyor. Onun yerini şimdilerde pek bir hukuk düşkünü, bir arada yaşama meraklısı ve de hoşgörü telkin eden şirinlik gösterileri almış durumda.
Kaş çatıp parmak sallarken aslan gibi kükreyen darbeciler ama özellikle 28 Şubatçılar soruşturmaların genişletilmemesi, mevcut tutukluluk hallerinin sonlandırılması için araziye uygun harika bir yöntem bulmuşlar: Masumiyetlerini ispat etmek için eşleri, çocukları, anne ve babaları üzerinden alabildiğine dramatize edilmiş kurgularla çıkıyorlar karşımıza.
Topyekûn Hafıza Kaybı ve Boş Vermişlik
Rövanşist siyaset, intikam arayışı, kan davası mantığı vs. gibi rest çeken, meydan okuyan askeri söylemler hızla güç ve itibar kaybetmiş iktidar sınıflarının derdine ilaç olmuyor artık. Süngünün çoktan düştüğünü fark edenlerin oranı zaman ilerledikçe daha bir artıyor. Durumu muhakeme etme yetenekleri her ne kadar zayıf ve tutarsızlıklarla malul olsa da işleyegeldikleri suçların cezasının ne kadar ağır olduğunu hesap edebilecek kadar öngörü sahibiler. Bu sebeple bırakın hesaplaşmaya yüzleşmeye dahi yanaşmıyorlar.
İyi ama suç ve suçluları görmezden gelip cezasız bırakmak ne kadar doğru ne de faydalı olur acaba? Üstelik bireysel suçlardan değil örgütlü, sistematik ve teamül haline getirilmiş ağır suçlardan bahsediyoruz.
Üzerinden geçen 15 yılın sonunda merak edilen önemli konulardan biri şudur: Yaşanan acılardan neyi, neden unutacağız ve hangi sebeple kimlerin yargılanıp cezalandırılmasından feragat edeceğiz? Darbe suçlarına dair yaşanan her bir gözaltı-tutuklama dalgası, mahkemeye sunulan iddianame veya mahkeme tarafından yargılamayı felç etmeye yönelik itirazların reddedilmesi sanki darbeler ve darbecilerle hesaplaşılmasının lüzumsuzluğunu ortaya koymak için yeni bir vesile sayılıyor.
Merkezinde askerlerin yer aldığı darbe örgütlenmelerinin işlediği cinayetler, giriştikleri provokasyonları yok mu sayalım? Ya da sayılması dahi epeyce meşakkatli olan suç dosyalarındaki işkence ve gözaltında kayıplar, yolsuzluk ve iftira kampanyaları, ahlaksız yasakların hesabı mahşere mi kalsın?
Ordunun moralinden, tutuklu yakınlarının duygusal beklentilerinden yola çıkarak adalet temin edilemez. Statükoyu muhafaza adına sürdürülen mağduriyet mizansenlerinden ya da Ergenekon-Balyoz uzantılarının provokatif girişimlerden endişelenerek 28 Şubat darbesiyle hesaplaşma meselesi yarı yolda bırakılamaz.
Şunu kim görmezden gelebilir: Darbeciler baştan beri yanlış yaptıklarını kabul etmiyor, halka zulmettiklerini inkâr ediyorlar. Suçlarıyla yüzleşmeye, zulümlerini itiraf etmeye değil razı olmak suçlarından dolayı hesap soran, zulümlerinden ötürü davacı olanları tepelemek üzere yeni yeni fırsatlar kolluyorlar. Darbeye, muhtıraya, brifinge, vesayete doymamış, doyamamış Kemalist sınıfların hiç kimse bu yolda yalnız olduklarını sanmasın. Eskinin sağ-liberal siyaset esnafı kadar kimi meslek örgütleri etrafında kimi de sözde siyaset arenasında boy gösteren sol-sosyalist çevrelerin AK Parti’nin pekişen konumu dolayısıyla darbeci karakterinin iyiden iyiye güçlendiği ortada.
Özür ve Tazminatsız Dosya Kapanır mı?
Elbette hiçbir zaman meşruiyetini hukuktan ve toplumsal alandan almamış olanların devlet imkânlarıyla yaratmış oldukları suni meşruiyet alanının da erimesi karşısında yapabileceği başka bir tercih gözükmüyor. Ya yok olmaya razı olacaklar ya da darbeyle iş becermekte ısrarcı olacaklar.
Darbecilerin ve beraberinde iş tutan çevrelerin seçeneksizlik sorunu bizde bir gerginliğe filan sebep teşkil etmemeli. Onların hem kendi suçlarıyla hem de mağdur edilen toplum kesimlerinin adalet ve özgürlük talepleriyle yüzleşmek gibi bir mecburiyetleri var. Yüzleşmekten kaçış yok. Yüzleşmeden hiç kimseye çıkış da yok. Ya yüzleşecekler suçlarıyla ve zalim karakterleriyle ya da biz yüzleştireceğiz onları.
İktidar sınıflarını darbeciliğe teşvik eden resmi ideolojileriyle yüzleştirmekten başka bir seçeneğimiz yok. Yaşanan acılarımızın tekerrür etmemesi ve telafisi için hesap sormak gibi bir mükellefiyetimiz var. Kimse bizden hafızamızı resetlememizi, haklarımızdan feragat etmemizi beklememeli.
Hesaplaşmak, muhasebe yapmak, yüzleşmek kötülüğü engellemenin, iyiliğin önünü açmanın gerek şartlarından. Bu demek değildir ki mahşer günü görülecek hesap bizi kesmez, tatmin etmez. Aksine mahşer gününde görülecek hesaba kesinlikle inandığımızın açık beyanıdır bu kararlılık.
İşte dün Sincan’da tankları yürüten isimlerden biri olan eski KKK Org. Erdal Ceylanoğlu’nun da içinde olduğu bir grup asker 28 Şubat soruşturması çerçevesinde gözaltına alındılar. Süreç sağlıklı ilerliyor yani…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.