Halife Abdulmecid Efendi’nin emaneti
3 Mart (1924), tarihi hilafetin ilga edildiği ve kaldırıldığı bir tarih. Yine yıldönümü geldi. Hilafetin nasıl kaldırıldığı hâlâ muamma ve tartışmalı bir husus. Ders-i amlardan ve usulcü Seyyid Bey aslında, daha sonra Ali Abdurrazık’ın El İslam ve Usulu’l Hükm yani İslam’da Yönetim Biçimi adlı kitabında dile getirdiği meseleye mukaddime olarak hilafetin şer’i mahiyetini sorgulamıştır. Ali Abdurrazık İslam’ın sadece ‘ruhani bir din’ olduğunu söylemiş ve bu yönde onu siyasi yönden Kilisenin bile gerisine düşürmüştür.
Zira, Kilise’de İslam’a uymayan bir ruhban sınıfı olsa da netice olarak ruhani olmakla birlikte Kilise’nin bir de devleti vardır. Ali Abdurrazık İslam’a bunu bile çok görmüştür. Ali Abdurrazık’ın İslam’ı hem Hıristiyanlık hem de Yahudilikle mukayesesi hatalıdır. Yahudilik İslam gibi aynı zamanda siyasi boyutu olan bir dindir ve bu yönüyle kuralları vardır ve devlet bu kuralları işletir. Ruhani olmasına rağmen Kilise’nin de devleti vardır. Ali Abdurrazık’a göre, İslam’da hiçbiri yoktur.
Akabinde Halit Muhammed Halit gibi kimi yazarlar bir dönem Ali Abdurrazık’ın izini takip etseler de Ezher hocaları Ali Abdurrazık’ın elinden alimlik rütbesini ve payesini geri almışlardır. Zira, bu mesele ‘dinde zaruriyat’ kapsamında bilinen (ma ülime mineddidini bizrarure) meselelerdendir. Elbette akait meselesi değildir ama inkarı kabil bir mesele de değildir. İslam’da teokratik bir idare yoktur. Yani din adamları sınıfının yönettiği bir yapı yoktur. Buna mukabil, şûraya dayalı ve hukuku olan bir siyasi sistemi ve yapısı vardır. Bu hem naslarla sabittir hem de tarihte uygulanmıştır. Bu yapının başında halife bulunur. Alimler denetçidir. Burhan Kuzu gibi birtakım zevat hilafetin Meclis’te mündemiç olduğunu söylüyorlarsa da bu; kurumu bloke etmek ve dışarıya kaptırmamak anlamına alınmış bir tedbirdir. İcraatı olmayan ruhani bir hilafet makamı olamaz. Günümüzde en azından hilafet makamı muattaldır. İşlerlikten uzaktır. Ayasofya’nın cami statüsünden müze statüsüne kaldırılması gibi bir meseledir.
•
Hilafetin Meclis’te mündemiç olduğu tezi avuntudan ibarettir. Abdulmecid Efendi’nin saltanattan arındırılmış ruhani hilafeti, şer’i olmadığı gibi Meclis’te mündemiç olması statüsü de şer’i değildir. İslam hukukunda böyle bir tanım yoktur. Halifenin emri nafiz olur. Gücü sakıt olanın vasfı da sakıttır. Hilafetin kaldırılması İslam tarihinin en talihsiz meselelerinden birisidir.
Müslümanların birliğinin veya ümmet olma vasıflarının iki temel göstergesi vardır. Bunlardan birisi daru’l İslam’dır. Yani Müslümanların yaşadığı coğrafyanın birliğidir. Bu, birliğin yatay boyutudur. Dikey boyutu ise temsiliyet makamı olan hilafettir. Müslümanlar bugün hem yatay hem de dikey boyutlardan mahrumdur. Hilafet bağının kopmasıyla birlikte İslam ümmeti, Tanca’dan Cakarta’ya kadar sömürge ağına düşmüştür. Mısırlı yazar ve düşünür Muhammed Behiy’in ifadesiyle, hilafetin yıkılmasıyla birlikte ümmetin iki yakası dağılmıştır. Türkler ve Acemler Araplardan ayrıldıkları gibi Araplar da kendi aralarında bölük pörçük olmuşlardır.
Ulus ya da daha doğru bir tabirle yerel devletlerin veya çatıların çıkarları da endişeleri de farklıdır. Hilafet çatısının yıkılmasıyla birlikte Filistin ve Kudüs meselesi gibi meseleler ortada kalmıştır. Lakin temel nedenlerden birisi İslam alemiyle Batı arasındaki güç dengesindeki sarsıntıdır. Bu sarsıntı, Filistin meselesi gibi meselelerin doğmasına neden olmuştur.
•
Hilafet Müslümanlar arasında siyasi rabıtayı temsil ettiği gibi manevi rabıtayı da temsil etmektedir. Bundan dolayı Kırım, Bosna ve Libya gibi diyarlardan çekilirken dahi bura halklarının manevi olarak halifeye bağlılıkları vurgulanmıştır. Peygamberlik metodu üzerine (İdeolojik olarak şer’i kurallara tam bağlılık ve mekanizma olarak şûraya dayalı olma keyfiyeti) şer’i anlamda gerçek halifelerin sonuncusu Hazreti Ali veya Hazreti Hasan’dır. Suri halifelerin sonuncusu ise Sultan İkinci Abdulhamid Han’dır. Sonrasında Sultan Reşad ve ötekiler İttihatçıların kontrolü altına girmiştir. Etken iken edilgen olmuşlardır. Mustafa Kemal ise Abdulmecid Efendiyi saltanattan yani dünyevi otoriteden tecrit etmiştir.
Statüyü bozmuştur. Bu bidat da tutmamış ve netice itibarıyla yollar ayrılmıştır. Lakin Abdulmecid Efendi sonuna kadar makamını korumaya çalışmış ve onu şer’i sınırları içine çekmeye gayret etmiştir. İsviçre’ye sürgüne gittiğinde bir çağrıda bulunmuş ve İslam aleminin ortak meselesi olan hilafet meselesinin enine boyuna görüşülmesi için bir hilafet kongresinin tertip edilmesini talep etmiştir. Bu çağrısı, geride bıraktığı bir emanettir. Bu emanet esasında Hazreti Ali veya Hazreti Hasan’dan devreden bir emanettir.
İkinci kademe veya boyutta da Sultan Abdulmecid’den devreden bir emanet (vedia)dir. Bu emanet, yerli yerine ulaştırılması noktasında hâlâ İslam aleminin ali himmetlerini beklemektedir. Bu, bir ülkenin veya bir milletin meselesi değil Abdulmecid Efendi’nin işaret ettiği gibi İslam dünyasının ortak meselesidir. Hazreti Hasan’dan veya Abdulmecid Efendi’den beri oluşan bu tarihi boşluğun yeniden doldurulması İslam dünyasının karşılaştığı birçok meydan okumaya da güçlü bir cevap olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.