Başörtülü Çalışmaya Engel ‘Kınama’ Cezası mı?
Memurluk geçimi temin etmek maksadıyla yapılan bir iş olmaktan çıkıp da bir karakter ve yaşam tarzına dönerse ne olur? Uzun yıllar boyunca her türlü olumsuzluğuna şahit olduğumuz devlete ve iktidara bağımlı bir insan tipi toplumsal alanda ağırlık kazanmaya başlar, değil mi? Devlete bağımlı insan tipinin zararları üzerine şöyle bir göz atmakta fayda var.
Özellikle kesintisiz darbe politikalarıyla birlikte kişilik ve karakterini resmi ideolojinin frekansına ayarlayan bir insan modelinin inşa edilmek istendiği herkesin malumudur. Öyle ki baskı ve korku politikaları sayesinde kanun ve yönetmeliklerin müsaade ettiği sınırlardan ötesine geçmeyi düşünemeyen bu “memur insan modeli” toplumda giderek yoğunluk kazandı.
Yönetmelik ve Kınama Cezasına Kölelik
Ancak sakın yanlış anlaşılmasın. Memur insan modeli derken sadece 657’ye tabi olanları kastetmiyoruz. Daha geniş anlamda ne statükoyu geriletmeleri ne de adalet ve merhamete dayalı bir düzeni inşa etmeleri mümkün olan pasifist, mazeretçi, gölgede kalmış ve bağımlı, toplumda maalesef giderek ağırlık kazanan “memur insan tipi” üzerinde ciddiyetle durmak icap ediyor.
28 Şubat darbe süreci ve 27 Nisan e-muhtıra girişimi özünde nedir? Askeri yöntemler ve psikolojik savaş teknikleri kullanılarak İslam’ın sembol ve davranış modellerini kamusal hayattan silme girişimlerini tahkim etmek değil mi? Hükümetin düşürülmesine paralel olarak sadece başörtülü personelin değil eşi başörtülü olanların da tasfiye edilmesi, İHL ve Kur’an kurslarına yönelen kapatma girişimleri eşlik ediyordu.
TSK ile TÜSİAD’ın, yüksek yargı ile merkez medyanın, sendikalar ile üniversitelerin koordinasyon ve işbirliği yaparak İslamsız bir kamusal hayat projesi için halka karşı kabadayılık yapıyorlardı. Laik-Kemalist bir toplum modelini yaşatmak için halka karşı kurdukları çirkin tuzaklarına eşlik eden ahlaksız teklifleri vardı.
Balyoz ve Ergenekon davalarıyla işleyen süreç nihayetinde bu çirkin tuzakları ve sahiplerini zelil kılarak önce mahkemelere sonra da Silivri’deki cezaevine taşıdı. Projeleri çöktü, karargâhları felç oldu, tuzakları ifşa oldu. Hala onlardan çekinip korkmanın bir anlamı yok. Tersine onlardan ve geride bıraktıklarından hesap sorma yolunda gayretleri yoğunlaştırma zamanı.
Geçtiğimiz ay Memur-Sen, Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ne ilişkin bu yolda hem anlamlı hem de güçlü bir adım attı. Peki, bu anlamlı ve güçlü adım başta Eğitim-Bir-Sen üye ve yöneticileri olmak üzere muhatapları tarafından gereğince algılandı mı acaba? Şahit olduğumuz tabloya bakarak konuşmak gerekirse soruya herkesi rahatlatacak ve hepimizi onurlandıracak bir cevap vermek ne yazık ki pek de kolay değil.
Kınanmaktan Korkma Hastalığı
Siyasal baskı deseniz Hükümet mağdurların yanında. Kamuoyu desteği deseniz öteden beri hep arkanızda. Sendikal destek deseniz hiç olmadığı kadar güçlü ve önünüzde yürüyor. Bürokratik oligarşinin fişleme, baskı, tecrit veya tasfiye işlemleri deseniz geride kaldı. İyi de laiklik ve Türkçülük ortak paydasında herkesi tek tipleştiren bu Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ne hangi mücbir sebepler dolayısıyla kölelik devam ediyor? Sürüp giden alışkanlıklar mı, Kemalist jurnalci kadroların psikolojik baskısı mı yoksa cesaret ve basiretten yoksunluk mu?
Kapıya kadar başı örtülü gelip de görev mahallinde baş açık görev yapmaya devam eden kadın memurlar, görev esnasında başlarını açmasalar ne olur? Kim ne yapabilir? İdare tutanak tutar, İlçe Milli Eğitim müdürlüğüne gönderir. İlçe, değerlendirme yapsa ve aleyhte olsa ne olur? En fazla “kınama” cezası verir. Sonra ne olur? Aynı işlem sonsuz kere tekrarlanabilir. Ama “kınama” cezasından öteye bir adım olsun yol yoktur.
Siciline “kınama” kaydı geçmesin diye korkan, kariyer hesabını her meselenin önüne koyan memurlar, yönetmeliğin müsaade ettiği kadar haklarına ve özgürlüklerine rıza göstermiş oluyorlar. İşte bu sayede hiçbir hakkı için mücadele etmeye ve bedel ödemeye razı olmayan, hemen her şeyi devletten bir lütuf olarak bekleyen “memur imanı” gibi bir garabet ortalıkta arzı endam ediyor.
Kınama cezasıyla hizaya sokulan kişilik ve karakter, psikolojik baskıyla diz çöktürülen iman ve tevekkül görüntüsü fazlasıyla can sıkıcı. Müslüman bir toplumun haklarına ve özgürlüklerine kavuşabilmesi için öncelikle “bütün işler yolunda gitsin ama kimse benden bir katkı beklemesin” hastalığından kurtulması gerekir. Çünkü cesaret ve basiretten yoksun olan toplumlar hiçbir zaman iktisadi, siyasi ve sosyal alanlarda gerçek iktidar olamazlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.