Âkil Adamlar, “Millet”e Âşina Kanaat Önderlerinden Olur
“Âkil adamın” mâna ve maksadını, doğru ifade edilip yazılmasını, menfî mânalarıyla karıştırılmamasını Asım Yenihaber üstadımız gereğince kaleme döktü. Ayrıca, D. Mehmet Doğan’ın “Büyük Türkçe Sözlük”üne baktığımızda “âkil”in mânasını doğru şekliyle öğrenmiş olacağımızı belirtirim: “Akılı, akıl sahibi, akleden…”
Bu târifleri şu şekilde genişletmek mümkün: Milletine kanaat önderliği yapabilecek irşad ve nasihat gücü olan, ilim, ahlâk ve feraset sahibi, dürüstlüğü ve inandırıcıyla toplumun mânevî takdirini ve itimadını üzerinde toplayan, bu vasıflarını uzun süre leke getirmeden sürdüren âlim ve kâmil olan insana denir.
“Akil adamlar” listesinde bu târifi tamamıyla haiz olan kimse yok. Ancak ahlâkı ve fikri düzgün, İslâm’ı, yani milletin hüviyetini bilen, toplumun her cenahına millet olmanın lüzumunu anlatabilecek ilme sahip Hayrettin Karaman, Abdurrahman Dilipak, Ahmet Taşgetiren, Mustafa Armağan gibi beş-altı kişi haricinde çoğu liberal, sosyalist, şenaat fikirli, bölücü, Kürtçü, laikçidir. Bu güruhun arasında vazife yapılmaz.
“ÂKİL ADAMLAR” KOMİSYONU BU HÂLİYLE MİLLETİN GÖNLÜNE SÜRUR VERECEK AĞIRLIKTA DEĞİL
“Âkil adamlar” komisyonu bu hâliyle vakar ve ciddiyet kesbetmiyor. Dahası, millet gönlüne sürur verecek ağırlıkta değil. Kötü bir başlangıç. Âmiyâne ifadeyle mesele cıvıtıldı. Magazin havası intibaı vermeye başladı şimdiden. Turneye çıkan popülist sanatçıların durumunu çağrıştırıyor. Her dilden, her telden konuşanların “çözüme” tesirli olacağı şüphelidir. Bir bütünlük olmayacak ve yekpâre bir ses çıkmayacaktır.
Bu iş gereksizdi! Niçin icap etti “Âkil adamlar” heyeti kurmaya? Artisten, şarkıcıdan, laikçi iberal akademisyenden, meşrebi bozuk gazeteci-yazar takımından, Pera kültürlü, cibiliyetsiz ve ahlâkı şüpheli, alkol bağımlısı, kötü ahlâka model olan, dejenere olmuş, laik ve Batılı bir hayat tarzını yayan sinema sanatçılarından, Tusiad’a Kürtçülük raporları hazırlayan profesörlerden, ateist, Kemalist ve Atatürkçü olandan “Âkil adam” olur mu! Bunlar atanmış memurlar gibi veya milletin gönül damarlarına girecek aşkı, bilgeliği, imanı ve Müsümanca ateşi olmayan sıradan bir dernek faaliyeti konumda kalacaktır.
BEDİÜZZAMAN VE ALVARLI EFE HAZRETLERİNİN YAPTIKLARI GİBİ
MEDRESE ÂLİMLERİNİ VE NAKŞÎ ZATLARI DOĞU VE GÜNEYDOĞU’YA İRŞAD HEYETİ OLARAK YAYMAK GEREK
Doğu’da Tillo’nun medrese âlimlerini, hocalarını; Erzurum’da Kırkıncı Hoca’nın ve Alvarlı Efe Hazretlerinin izini süren âlim ve hocaefendilerinden ve bütün Güneydoğu’da, hatta İç Anadolu’dan İstanbul’a kadar Nakşî tarikatının muhterem zatlarından, ileri gelen sofilerinden İstiklâl Harbindeki gibi toplumun damarlarına girmeyi talep ediniz, hatta yalvarınız, ellerine sarılınız, rica ediniz. Bunlar ancak çözüme dahil olursa PKK ve terörün bir cehennem ateşi olduğunun farkına varırlar ve kalplerine sızı düşebilir Güneydoğu insanının. Laylaylom ve laik akademisyen, artist, şarkıcı, ayarı bozuk gazeteci yazarlara inanır mı bu millet?
ÇÖZÜM ARANSIN, ÂMENNA! AMA MÜSLÜMANCA VE İSLÂM DİLİYLE GİDİLMELİ TOPLUMA
Çözüm aransın, hem de fazlasıyla, yürekten, imandan, İslâmdan fışkıran bir aşkla vecdle kanayan yara durdurulsun. Âmenna! Ama ciddiyetle, Müslümanca bir tavırla yapılsın. İslâm dili olmadıkça, İslâm temel alınmadıkça bu tür çözümler dayanıklı olmaz. Bu adamların çoğu topluma “laik demokrat ve özgürlükçü davranalım…”diyecekler ve “çözüm ve barış” bu dünyevî düşlünceler sâyesinde sağlanacak öyle mi? Boş laflar bunlar. Meseleyi PKK elebaşısının “özgürlüğüne” ve “statüsüne” dönüşmek ise “çözümü” maazallah daha da kötüleşmeye sürükler, inandırıcılığı kalmaz. Çözüm, şimdilik dinî misyonu olan kanaat önderlerinin, Birinci Harp ve İstiklâl Harbinde Bediüzzaman Hazretleri ve Alvarlı Efe Hazretlerinin imanî bir yürekle yaptığı şekilde Kürd kardeşlere “Sizi kandıran dış güçlerden ve PKK’dan, yani sizi yakan ateşten uzaklaşın” demesiyle mümkün olabilir belki.
Yola çıkmadan iptal edilmeli. Gerçek kanaat önderlerinin ayaklarına gidilmeli, elleri öpülmeli. “Türkiye’yi Türküyle Kürdüyle millet yapın yeniden” denmeli. Millî Mücadele’deki gibi…
ÂKİL ADAMLAR” GİRİŞİMİ, KATLİ VACİP ÖCALAN BAĞLANTILI OLMASI LEKE DÜŞÜRMÜŞTÜR
Âkil adam gerçekten ihtiyaç hâline gelmişse Edirne’den Van’a kadar toplumun her kesimine millet olmanın kıymetini Kur’an ve Sünnet üzere yüreğinden, imanından fışkıran bir dille söyleyen, sözü dinlenen cemaat ve tarikat büyüklerinden irşad yardımı alınmalı. İtibarı belli olan âlim ve fâzıl münevverana, hocaefendilere, şeyh efendilere müracaat edilmeli. Bunlar anlatmalıdır birliğin nasıl olacağını, bunlar söylerse ancak tesiri olabilir.
“Âkil adamlar” listesindekilerin bir kısmı din ü millet, din ü devlet dâvasına biganedirler. Şüpheli ve itimat edilmez, posası çıkmış, silik ve oynak kişilerdir. Bu taife mi anlatacak “millet” hüviyetini, İslâm kardeşliğini? Bunlar ne bilir din ü millet fikrini? Namaz yok, Müslüman ahlâkı yok, ânane yok. Toplum niye dinlemeli bunları?
YÜREĞİNDE MİLLET AİDİYETİ OLMAYAN İNSAN İRŞAD VE TENVİR EDEBİLİR Mİ DOĞU’DAN BATI’YA TÜRKİYE’Yİ
Kalitesiz kişilerin bulunduğu bu heyet mi irşad ve tenvir edecek Doğudan Batı’ya Türkiye’yi? Ne söyleyecekler Türk’e ve Kürde? Türk’ün târifini Müslümanca yapabilir mi? Madem düşünüldü; heyetin tamamı Kürdün İslâm dairesinde ancak Kürd kalabileceğini, Kemalist devletçe Kürtlerden daha fazla darbe gören, millî, yani İslâmî hususiyetleri dejenere edilen Türklerin Ergenekoncu ve ulusalcı vesayetçilerle hiçbir ilgisinin olmadığını, İslâm’la ancak birlik duygusunun sağlanabileceğini söyleyebilecek ağırlıkta olmalıydı. Mevcut heyette birkaç kişi hariç, bu özelliklerin hâkim olmadığı ve olamayacağı besbelli.
İlmi ve irfanı olmayan insandan “Akil adam” heyeti kurulur mu? Bu nasıl bir gaflet böyle? Toplumun damarlarına, gönlüne girebilir mi bu heyet? Oyuncak ve basit bir iş midir “âkil adamlar” heyeti kurmak? Üç-beş âlim ve Müslüman zihniyetli adamı katıp, toplumun itibar etmeyeceği şaibeli-lekeli naylon insanlardan heyet mi olur mu? Bütçeden bunlara masraf edilecek, yazık-günah değil mi?
TARİHİ VE HEYET-İ NASİHA’NIN OLUMSUZLUĞUNU HATIRLAMALI
Bir benzerlik olduğu düşüncesine kapılmadım ama, bu heyetin içinde duruşu ve zihniyetiyle Mondros Mütarekesi sonrası, Osmanlı Devletini parçalamak isteyen İtilâf Devletlerinin, “Wilson İlkeleri”ne dayanarak, İslâmları, yani Türkleri azınlıklarla bir arada,
azınlıkları da ayrı toprak talebinde bulunmadan özerk bir konumda Batı’ya bağımlı bir devlet olmaya razı etmek üzere vazifelendirilen “Heyet-i Nasiha”daki kişilerin zihniyeti akla getirdi birden.
“Tarih tekerrürden ibarettir” denir. Erbabı bilir ki Heyet-i Nasiha’nın kuruluşu İngilizlerin baskısıyla Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından kurdurulur. 1919’da, İngilizlerin İstanbul temsilcisiyle heyetlerin vazifeleri hakkında müzakere edilir. Heyet-i Nasiha, yedişer kişiden iki heyet oluşacak ve saraydan insanlar başkanlık edecektir. Heyetlerde Ermeni, Rum gibi azılıklar da var. Anadolu’yu dolaşarak millet-i beyzâ’ya ve hususen Türklere uzlaşma düşüncesi telkin edecekler. Heyetler, “barışın ancak İtilaf Devletlerini kızdırmadan ve bâzı şartlarını kabul ederek” elde edilebileceğini anlatacaklar. Damat Ferit’e göre “Heyet-i Nasiha’nın vazifesi daha çok mânevîdir.”
Neticede Heyet-i Nasiha, Anadolu’da istenilen “başarıyı” sağlayamamış, azıklıkları ayrı toprak talebinden vazgeçirememiş ve Türkleri inandıramamışlardır. Sonrası mâlûm; Millî Mücadele dönemi başlar.
AB VE ABD’NİN İSTEKLERİNE DÖNÜŞMEMELİ
Heyetteki Müslüman Türk karşıtı olanlar Türklere “Türklüğünüzü” unutun mu diyecekler? “Öcalan denilen katli vacip katile “hürriyet” verilmesini mi anlatacaklar? Millete, “millî, yani dinî duygularınızla hareket etmeyin mi” diyecekler?
Bu meselelerde çok dikkatli olunmalı, üç düşünüp bir karar alınmalı. AB ve ABD’nin maşası olan Kürtçü-bölücülerin ve onlara sözcülük yapan Müslüman Türkiye karşıtı neoliberallerin,
heyetteki konumlarını istismar etmesine ziyadesiyle dikkat edilmeli.
-------------------------------------
İLÂVE YAZI:
BAŞIMA GELENLER
Ey, azizan! Başıma bir iş geldi ki, sormayın. Eş-dost, hatta muarızlarım dahi arayıp, “Feysbuk’ta film kareleri gibi boy boy sûretleriniz görünmeye başladı, bu ne haldir efendi?” dediler. Bir konferansı dinlerken şevk ü heyecan içinde olan dostlar ellerinde “cep”, sûretimi çekip duruyorlardı. Şevklerini kırmadım tabii. Nizam-ı âlem Türklerinin ileri gelenlerinden Mehmet Alkışçı dostumuz (şair Memduh Atalay’ın yakın arkadaşı) edeb ü nezaket taşıyan diliyle, “burada çekilen resimleri siteme koyabilir miyim” diyerek müsaade istemişti. “Elbette aziz dost, sana her şeyin müsaadesi var” demiştim.
Muarızlarımın iğneli bir şekilde sormasıyla haberim oldu ki “Feysbuk” denilen sitelerde görünmeye başlamışsım. Eski zaman adamı olarak ne bileyim, sûretlerimin beyaz camda boy boy görüneceğini. Mâlûmdur ki fakir, sûretin (şimdi fotoğraf diyorlar) aşırısına mâkul bakmaz. Ayıptır söylemesi, “Türk fikir hayatına” katıldıktan sonra muarız ve düşmanlarım çoğaldı. Ulusalcı-etnik Türkçü servisler fırsat arıyorlar, sözde “en küçük bir açığımı” dahi yakalayıp, saldırıya geçiyorlar. Acaba dedim, muarızlarım, Mehmet Alkışçı dostumun sitesinden kendi amaçlarına hizmet için sûretlerimi kopyalayıp, ortalığa mı sürdüler?
Çünkü, muarızlarım sûret-i haktan görünüp dostlarımı “manipüle” ederek, aleyhime tezviratta bulunuyorlar.
“Diriliş”çilik yaptığımız Enver Çapar gibi en yakın fikir ve gönül dostumu bile muarızlarım Hunu, Ömay ve Cemay kandırıp aleyhime çalıştırdıklarını hatırlayınca gözüm korktu bu sabotajlardan. Enver Çapar geçen gün arayıp: “Efendim, televizyon haberlerinde verilen ‘Âkil adamlar’ listesinde sizin adınızı göremedim, merak ettim de…” diyor. Fesuphanalllah! İftiranın ve çamurun böylesi olur mu? O saf ve güzel kardeşimin arkasında muarızlarım var. Onu mahsustan konuşturuyorlar.
Fakîr alışkın böyle komplolara. Savaş hocanın nice aleyh ve komplolarına düçar oldum, yine de yıkılmadım şükür.
Demek ki insan içine çıktığımda ve konferanslara gittiğimde, elinde cep telefonuyla etrafımda dolaşanlara dikkat etmem gerekiyormuş.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.