Meşrep hassasiyeti
Muhammed Said Ramazan el Buti meselesinde beni en çok üzen yönlerden birisi siyasi tavırlarının üzerinden meşrebine ve mezhebine yönelik sorgulama ve sataşmalardır. Sanki siyasi tutumunda meşrebinin bir dahli varmış gibi! Halbuki, Buti’nin meşrebi veya mezhebi tutumu ile siyasi tutumu arasında bağlantı yoktur. Siyasi tutumu kendi zaafıdır. Bununla birlikte, Buti üzerinden meşrebine dokunmak isteyenler ikide bir onun Eş’ari-Sufi gelenekten geldiğini hatırlatıyorlar. Sanki sorgulanan Buti değil de bunlar. Buti’nin temsiliyet noktasında kusurları olabilir ve onun yanlışı ne mezhebini ne de meşrebini bağlar. Sözgelimi Müslüman Kardeşlerden Abdulfettah Ebu Gudde rabbani bir alimdi ve Eş’ari-Sufi ve Zahid el Kevseri geleneğini temsil ediyordu. Bununla birlikte siyasi çizgisi olarak Buti’nin zıddı bir çizgiyi temsil ediyor. Said Havva da öyle. Buti gibi hem Eş’ari hem de Sufi geleneği temsil ediyor olmasına karşılık rejime yaklaşımı Buti’nin tam zıddıydı. Öyleyse şahsi tutumlarımızı mezhebe veya meşrebe fatura etmeyelim. Mezhep ve meşrep taassubu sağlıklı bir şey değildir. Bunlar üzerinden öç alma da sağlıklı bir ruh halini yansıtmaz. Sözgelimi, Gazali Eş’ari ve Sufi geleneği temsil etmektedir. Bununla birlikte mezhep taassubu ile yakından uzaktan alakası yoktur. Bazı noktalarda Mutezile fikirlerini Bakillani’nin düşüncelerine yeğler. O öze sadıktır. Kitaplarını tetkik edenler şüpheye mahal bırakmayacak şekilde bunu görürler. Gazali mezhep mutaassıbı değildi. Lakin mezhebinin hakaikine bağlıydı. Kışrına değil ismine değil özüne bağlıydı. Bazıları ise özüne, hakaikine sahip çıkmayarak ismi üzerinde titizlenmekte ve taassup göstermektedir. Günümüzde mezhep asabiyeti bu yönde tecelli etmektedir. Özüne sahip çıkmayanlar kışrı üzerine dünyayı yıkmaktadır.
¥
Gazali mezhep mutaassıbı değildi ama mezhebin hakaikini savunmak için hayatını siper etmiştir. Bundan dolayı filozoflara cevap verdiği gibi Şia’ya özellikle de Batinilere/İsmaililere cevap vermenin farz-ı kifaye değil, farz-ı ayn mertebesinde olduğuna inandığı bir konjonktürden geçtiğinin farkındadır. Zira döneminde ümmet, sistematik bir tehlikeye maruzdur. Bu genelde Şii özelde batini tehlikedir. Şimdi ise mezhep asabiyeti ayağa düşmüş ve avamın kavga aracı haline dönüşmüştür. Avam haddini aşarak havasa kafa tutmaktadır. Sözgelimi, gerekli gereksiz Seyyid Kutup gibi isimlere sataşılmakta ve ilişilmektedir. İlmi olarak Seyyid Kutup analiz edilir cevap da verilir. Zira masum değildir ve hataları elbette vardır. Fakat mesleğine veya meşrebine karşı olduğunuz için onları yargısız infazda bulunmak ve ipe sapa gelmez noktalardan saldırmak ilme değil insaniyete de sığmaz. Bunu yapanlar Ehl-i Sünnetin özünü savunmanın çok uzağındadırlar. Maalesef tehlike de bu noktada düğümlenmektedir. Çünkü tahkik üzerinden değil tezyif üzerinden gidilmektedir.
¥
Cine 5’te Tarih ve Medeniyet programında Prof. Ahmet Şimşirgil’in bir oturumuna rastladım. Sunuculuğunu Ayla Çetinkaya’nın yaptığı programlardan birinde Selahaddin Eyyübi’nin hayatını konu ediyordu. Hiç gereği yokken meseleyi döndü dolaştırdı Seyyid Kutup’a getirdi. Kutup’un, Selahaddin Eyyübi gibi Kürt bir zatın dışında kimsenin Haçlıların karşısına dikilmediğini yazdığını söyleyiverdi. Buna rağmen kimi ilahiyat fakültelerinde Seyyit Kutup’un çok sevildiğini ve el üstünde tutulduğunu ileri sürdü. Bu noktada meşrep taassubunun devreye girdiği anlaşılmaktadır. Seyyid Kutup aynen Mehmet Akif Ersoy gibi bir ahlak abidesidir. Elbette ki tarihi konular uzmanlık alanı ve harcı değildir ve bu konuda huccet sayılmaz. Söyledikleri serd kabilindendir. Ya da Müslümanların siyasi ve sosyal görevlerini tam olarak yapmadıklarını anlatmak istemektedir. Hazreti Osman meselesinde Kutup, Mevdudi’den etkilenmiştir ve şaz ve şahsi görüşler serdetmiştir. Bizim bu konuda Seyyid Kutup lehinde taassup göstermemiz ne kadar yanlış olursa aleyhinde doğru yanlış malzeme aramamız da o kadar kompleks ürünü ve sonucu olur. Seyyid Kutup biz de selefi ve mezhepsiz olarak görülür. Hatta Muhammed Abduh’un çömezi olarak addedilir. Oysa, Abduh gibi Batı karşısında özür dilemeci bir zemini temsil etmez. Keza, Selefilerin en çok eleştirdikleri bir adamdır. Hatta bizde kimi gelenekçi ekol ile Selefilerin bu konuda tutumları aynıdır.
Bir dönem Almanya’da idim ve geleneksel cemaatlerimizden birisini temsil eden Harun Reşit Tüylüoğlu başka bir grupla fikri meseleler üzerine atışırken şu üslupla yazıyordu: “Ebul Hasan en Nedevi’ler sizin İmam-ı A’zamlar bizim olsun…” İkisini karşı karşıya getirmek sadece o zihnin bir ürünüdür. Gerçekte ve hariçte böyle bir denklem yoktur. Halbuki, Abdulhak Türkmani gibilerin de ifade ettiği gibi kimi Selefiler, Nedevi’yi kendilerinden saymazken onu sufi olarak görmektedir. Aksine kimi Sufiler de onu selefi olarak görmektedir. İmam Rabbani gibi bir hak kahramanını onun gibi etüt eden ve yazan az kişi vardır.
Dolayısıyla bu makamda Seyyid Kutup’u anmak saadet dışıdır. Sadece burada onu anmak zayıf noktasında hesaplaşma zeminine çekmektir. Bu meselelerde garaz, hastalık ve maraz belirtisidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.