Bir Münzevinin Hâtıraları
Ey azizan! Fakir, bir şehir münzevisi olarak sade bir hayat süren gariban bir tekaüttür. Dostlarından başka kimsesi olmayan bir mahzundur. Dolayısıyla kültür faaliyetleri dışında “kamusal çevre”, çarşı ve mekânlarla bir münasebeti yoktur. Onun içindir ki haftalık
anlatacak hâtırası pek olmaz. Dostları haftalık hâtıralarını aşk ve şevk ile anlatırken mahcup mahcup bakar. Fakir bu haftayı fikir dolu günler içinde geçirdi. Hâliyle bir yığın hâtıram oldu, başımdan tuhaf işler geçti ve dostlardan acayip vakalar duyup dinledim.
Kültür Merkezi’ne duhul ettiğimde Bir Hocam’ın etrafında toplanmış her cins, meşrep ve kuşaktan güzel insanlar güleç yüzleriyle cem olmuşlardı. Bu toplulukta, Bilal-i Habeşi Hazretlerini gönlüme düşüren, simsiyah derisinden güzellik ve aydınlık saçan Somalili Mahmut’u ve Bir Hocam’ın şakirtlerinden Çamır Hasan’ı görünce millet-i İslâmiye’yi ve ümmeti bir arada görmüş gibi oldum. Hiç alışkanlığım olmadığı halde Somalili Mahmut’la fotoğraf çektirdim. Modernler çatlasın diye salon çevresinde simsiyah derisinden nur saçan (inanın böyle) Somalili Mahmut’la kolkola dolaştım. Dostlar teşbihimi hoş görsünler, Somalili Mahmut’la Çamır Hasan’ın yanında bizler modern zaman insanları gibi kaldık. “Nerelisin Mahmut?” diye sorduğumda, Hasan Ejderha’nın tercümanlığıyla “Anadolu’nun Somali şehrindenim…” dedi. “Vay, devlet-i âl-i Osmaniye!” diyerek acıştım.
Evvel emirde bu haftaki hâtıralarımdan, Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi’nin düzenlediği ve Büyük Doğu fikrinin yayıcısı Fikir Teknesi sitesinin sahibi yazar Haki Demir’in, KSÜ Kültür ve Medeniyet Topluluğu Bşk. H. Ahmet Eralp ve arkadaşları ile Mostar Dergisi Gençlik Grubu Bşk. Mehmet Yaşar’ın gayretleriyle gerçekleştirilen “Medeniyete Doğru Büyük Doğu: Necip Fâzıl” panelini anlatmalıyım.
“Medeniyet ve Büyük Doğu” kelimelerine öteden beri meftunum, görür görmez
heyecanlanırım. “Bu başlıktaki programa iki elim kanda da olsa, gürültü limitimi aşıp başım dönse de gitmeliyim” dedim. Zaten zaruret içinde şehrin büyük caddelerinden geçerken dev bilboardlarda bu başlığın afişlerini gördüm. Fikir ve gönül dostum İsmail Göktürk’ün ismini de bu afişte okuyunca hayli heyecanlandım. “Modern duyuru” usullerine karşı olsam da bu fikirli konuyu herkesin duymasına vesile olacağı için zararı yok dedim.
Panel, Somali’den kalkıp gelen ve KSÜ’de talebe olan Somalili Mahmut’un ka’de hâlinde ve rahle üzerinde Kur’ân-ı Kerim okumasıyla başladı ki ziyadesiyle duygulandım. Ümmetin hâdimi ve İslâm’ın bayraktarı muhteşem ecdâdım gönlüme düştü. Dedim ki bu iş İsmail Göktürk’ün işidir, başka kimse böyle bir programı düşünemez.
Hüküm Dergisi yazarı ve Editörü İhsan Şenocak, “Büyük Doğu Anlayışı ve Necip Fâzıl Fikriyat”nı sundu.
Prof. Dr. Yusuf Kaplan, “Fetih, Medeniyet, Büyük Doğu ve Necip Fâzıl” başlıkları altında İslâm medeniyetinin geçirdiği krizleri ve hamlelerini anlattı.
Şehr-i Maraş’ın hukukçu yazarı Haki Demir, “Kur’ân-ı Kerim’in Nasıl Anlaşılması Gerektiği Bağlamında Büyük Doğu ve Necip Fâzıl” başlığıyla İslâm fikriyatının mâna cephesini konuştu.
Oturum Başkanı Yazarlar Birliği Şube Bşk. KSÜ öğrt. gör. İsmail Göktürk, konuşmacıların mevzularını değerlendirerek “İslâm kavramlarıyla düşünmeyi unutup, eklektik kavramlarla düşünmeye alıştırılmış nesillerin her şeyi Müslümanca düşünmesi ve Büyük Doğu fikrinin mimarı Necip Fâzıl üstadın millet ve medeniyet anlayışının kavraması gerektiğini” anlattı.
Panel, Mehmet Yaşar’ın akıcı, ahenkli ve mûsikili sesiyle Necip Fâzıl’ın şiirini okumasıyla tamamlandı.
Panel boyunca, ikinci kuşak gönül dostlarımdan kitap kurdu Bekir Büyükkurt’la beraberdim. Ayrıca gönlümün en şirin dostu KSÜ öğrt üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yılmaz, oğlu Muharrem Nusret’le birlikte gelmişti; görünce sevindim. Fikirli bir çay müptelâsı olarak çaysızlıktan kıvranırken, kimsenin aklına düşüp de “çay içelim” demediği konferans binasında çay içmeme vesile oldu. Halden anlayan gönül dostu böyle olur işte.
Panele gelenler içinde Nizam-ı Âlem Türklerinin ileri gelenleri, yani üç reisinden şair Memduh Atalay, Fatin Rüştü Kayıran ve Mehmet Alkışçı dostlarımı yine bir arada gördüm, gönlüme sürûr geldi. Onlara, daha öncede söylediğim “Böyle bir arada görünmeyin, nazar ederler size” demeyi isterdim.
Paneli dinlerken, sağıma ve soluma üç lise talebesi oturdu ve içlerinden biri sokularak “Bizim yüreğimiz yanımızda…” dedi. “Eyvallah aziz dost, fakat bu cümle tanıdık bir cümle…” dedim. Genç: “Sizi tanıyoruz, siz filan kişiniz, şöyle bir kitabınızda ‘Bir Hocam hem bir, hem iki kişi’ diyorsunuz. Birini öğrendik, diğerini öğrenmek istiyoruz…” dedi. “Yaşlandım, kulağımı az duyuyor, yüksek sesle konuş…” dedim.
Maksatlarını anladım. Baktım, temiz çocuklar. “Şu sabîleri kırmayayım. Çok kimseye söylemediğim ‘Bir Hocam’ın ikincisinin kim olduğunu söyleyeyim” dedim. “Kimseye söylememek ve aramızda bir sır olarak kalması şartıyla” kulağına fısıldayıverdim. Bununla kalmadı, “Bir Hüzünkâr’ın Tahrir Defteri ne anlama geliyor…” diye bir soru daha sordu ki, bu kez şüphelenmeye başladım. “Sizi kim gönderdi?” dedim. “Kimse göndermedi…” dedi amma, sonunda gönderenin “Bir Hocam”ın birincisi olduğunu ve onun talebeleri olduklarını
itiraf etmek mecburiyetinde kaldı.
Ey azizan! Anlatacaklarım bitti sanmayın, hâtıramın gerisinde daha neler var neler…
Haftanın son günü pazar ikindi sonrasında Mekteb-i Beyza’nın müdürü olan hocamla karşılaştım. Bu hocam, cumartesi pazarı yok hep vazifesi başındadır. Onun için diğer dostlarıma nazaran fazla acır ve tutarım. Nereden geldiğini bilmeme rağmen “hayırdır hocam mektepten mi geliyorsunuz? Dedim. “Evet. Ak Parti’nin ‘Siyaset Akademisi’ kursiyerlerinin sınavı bizim okulda yapıldı da…” dedi. “Aman hocam bunu muarızlarım duymasın, fakirin üstüne atarlar, bendenize mâl’ederler. Muarızlarım Ömay, Cemay ve Hunu duyarsa yandım” dedim.
Dünya âlem bilir ki fakirin Ak Parti’yle hiçbir bağı yoktur. Söylemesi ayıp Ak Partili olmaya ihtiyacımda yok. Son kırk yıldır nice dev gibi partiler geldi geçti, onlara dahi pas vermedim şükür. Millet çocukları fakirden yana olunca, “ulusalcı ve hareketçi milliyetçi” muarızlarım kıskanıyorlar işte. Dolayısıyla ilgim alakam olmayan her şeyi üstüme yıkıp aleyhimde propaganda yapıyorlar. Allah’tan korkmasam bu muarızlarımın öyle açıkları var ki ortalığa sererim. Fakat dinim, yani mensup olduğum millet terbiyem müsaade etmez.
Daha geçen gün, Tayfun Göktürk gibi ehl-i tarik, “yol” ehli ve ağırlığı olan gönül dostum bir parça şeyler anlattı ki, dudaklarım uçukladı. “Benden duymuş olma, size önemli bir istihbarat vereceğim. Muarızlarınızdan Hunu sözde bir Tıp Kongresine katılmak üzere Başbakan’ın peşi sıra Amerika’ya gitti. Pensilvanya şehrinde kalacakmış…” dedi.
Şimdi bu tesadüf müdür? Hakkımda “Amerikan İslâmcısı” diyerek çamur atan ve üstelik muarızım olan birinin, Başbakan’ın Obama ile buluşacağı gün Amerika’ya gitmesinden siz olsanız şüphelenmez misiniz? Çünkü, Ömay ve Cemay gibi muarızım Hunu’nun aleyhimde propaganda yaparken kullandığı “argümanlar”dan biri de güya “Amerikancı ve Okyanus ötesiyle bağlantılı olduğum” du. Dahası var, “Tayyibizm ve AfroAmerikan İslâmcısı…”dıydım. “Türkiye’yi Amerika’ya ve AB’ye satanlarla muhaberat ve muhabbet içindeydim…” Neler neler…
Savunma yapmama gerek olmaksızın tek cümleyle, fakir çok ağır bir Amerikan
aleyhtarıdır. Bu meziyetimi fikrî düşmanlarım dahi bilir ve takdir ederler. Amma ki bu yeni nesil muarızlar muarızlığın mertliğine riayet etmiyorlar. Dere tepe dümdüz atıp tutuyorlar. Allah şaşırtırsa böyle edermiş insanı. Muarızım Hunu, hükümet erkânının Obama ile buluşacağı ve bir âlim ve fâzıl şahsiyeti ziyaret edeceği gün Amerika’ya uçuyor. Fakirin yazılarına saldırırken, Pensilvanya’daki âlim ve fâzıl şahsiyete “Amerikancıların ziyaret ettiği Okyanus Ötesi güç” diye zemmederdi. Etme bulma dünyası bu. Bakalım Amerika’ya ne için gittiğinin hesabını verebilecek mi? Yandaşları Ömay ve Cemay, Hunu’nun bu esrarengiz seyahati için ne diyecekler, göreceğiz “yıldırımlar yaratan” (!) yazılarını?
Hâtıramın renkli taraflarından biri de Yazarlar Birliğinin 35. Yıl Programında misafirlerin
akşam saat dokuza doğru geleceğini öğrenince hikâye yazarı ve KSÜ Kütüphane Müdürü Hasan Ejderha’nın hane-i saadetinde oturup bekledik. Misafirlerle otelde yemek yeneceği için
tabii olarak yemek lafı etmedi, birkaç tane pasta getirdi. Açlıktan kan şekerim düşmüş olacak ki tatlı gibi, fikrî meşrebime uygun olmayan pasta yedim, gerisini düşünün. Başımdan geçen bu elim vakayı dostlara anlatınca, Hocalarımdan biri: “Hasan Keklikçi olaydı ki…” dedi ve dostlar yemek konusunda Hasan Ejderha dostumu adeta mahkeme ettiler. Ancak şunu beyan ederim ki, bu kadîm dost bendenizin dostlukta ilk göz ağrısıdır. İlk göz ağrısı unvanı nezdimde edebî hayatımın bir nişanıdır. Bilinmesini isterim.
Yazarları dinlemek için gittiğim KSÜ’de öğrt. üyesi Doç. Dr. Mahmut Yardımcıoğlu hasret ve ta’zimle hızlı bir şekilde elime sarıldı. Fakat heyecanından elimi “tokalar sert olsun” diyen Türkler gibi tuttu ki tâ bel fıtığıma kadar acılar içinde kıvranmaya başladım. “Dur, yeter Mahmutçuğum…” dedim amma sesim gitti, duymadı bile. Acılar içinde elimi bıraktırana kadar ne çektim. Bu dostumla da musafaha edip sonra gönlünü aldım. Tokalaşmak için sıktığı elimin ağrısı beş-altı saat geçmedi.
Hâtıramın bir de hüzünlü kısmı var ey azizan! Hatay Ünv. öğrt. gör. ve Semavî Türklerin güzidesi gönül dostum Mustafa Göktürk çıkıp geldi. “Neredelerdesin ey dost?” der demez,
“Bosna’daydım…” dedi. Vecde geçtim, Tekbir getirdim. Çünkü kim evlâd-ı fâtihan olan Bosnalıları ziyaret edip gelirse onu mürüvvet, uhuvvet, cesaret, yiğitlik, cömertlik ve diğergamlık mânasına gelen fütüvvet ehli sayıyor ve heyecanlanıyorum. Dokuz günlük seyahatinin içinde Bosnalıların kendilerini Türk, yani Müslüman olarak addettiklerini
anlattı ki, bir ağlamadığım kaldı.
Hâsıl-ı kelâm, bir münzevinin bir haftalık hâtıralarını okudunuz. Kaç haftadır hiç hâtıram olmazken bu hafta bereketli hâtıralar nasip oldu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.