“Hangi İslam” ya da “Allah’ın dini”
Bu saçma bir soru biliyorum. Ama saçmalık sorunun kendisinden önce, bu sorunun sorulmasına sebeb olan gelişmelerde.
İslam “Allah’ın dini”dir ve Hz. Adem’den, Hz. Muhammed’e (SAV) kadar devam eden peygamberler silsilesinin getirdiği dinin adıdır.. Ona hiç kimse bir şey ekleyemez ya da ondan hiç kimse bir şey çıkaramaz.
Böyle bir şey yapacak olursanız, kişi eklediği ve/veya çıkardığı şeyle baş başa kalır ve din aradan çekilir..
Allah indinde “tek din İslam”dır! Diğerleri “religio”dur!
Herkes İslam’ı anlamaya çalışıyor..
Bir zamanlar TSE damgalı bir din vardı. Bugünse demokratik olanı, ılımlısı, radikali, liberali, Sufisi, Selefisi, Şiisi, folku laiki, sağı, solu, tarihselci olanı, Türk’ü, Arab’ı, Euro’su, siyasalı, Alevisi ile bir sürü İslam icad edildi..
Dini değiştiremeyince toplumun din algısını değiştirmek istiyorlar sanki.. Toplumu neye inanacağını bilmez hale getirmek istiyorlar. Böylece agnostik bir toplum icad edecekler. Atomize edecekler cemaatı.. Şimdi bir de “İslamcılık” icadı çıktı. Bu arkadaşların endişelerini anlıyorum ama, bu şekil bir kavramsallaştırmanın doğru olmadığını düşünüyorum..
İslam üzerinde iki temel yaklaşım var sanki. Biri dinin temel referansları ile ilgili, diğeri de siyasi..
Temel referans konusunda, Sünni, Şii, Selefi, Sufi akımların, kendilerini, dinin mümkün olan tek doğru yorumu gibi görmelerinden kaynaklanan bir sorun.. İş tarihselciliğe kadar gidip dayanıyor.. Diğer akım ise, daha çok siyaset ve ekonomi, hukuk, toplumsal ilişkiler çerçevesinde oluşan yorumlar, din ve bilim ilişkisinden kaynaklanan sorunlar..
Birinci bölümdeki sorunlar cemaat içi sorunlar. İş gidip, Hilafet – İmamet meselesine, gelecek tasavvuruna, Mehdiyet ve Mesihiyet konusuna kadar dayanıyor..
İkinci gündem maddesi ise, Siyasi, ekonomik, sosyal ve felsefi konularla ilgili ve hem içeride hem de İslam dışı toplum ve çevrelerde tartışılıyor.. İslam ve demokrasi, İslam ve laiklik, İslam ve liberalizm gibi konular bu çerçevede temel konu başlıkları..
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde şu günlerde 6. İstanbul Seminerleri çerçevesinde “Siyasi Meşruiyetin Kökenleri Ulus-Devlet’in Erozyonundan Siyasi İslam’ın Yükselişi” tartışılıyor mesela.. “Jürgen Habermas’ın Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü: 50 Yıl Sonra” konusunu tartışacak Seyla Benhabib, Giancarlo Bosetti, David Rasmussen, Jonathan Laurence, “Müslümanların Çoğunluk ve Azınlık Olduğu Durumlarda 21. Yüzyıl Din Politikası”nı anlatacak. Abdullahi An-Na’im, “İslam’ın Siyasi Meşruiyetteki Beklenmedik Rolü”n; Michael Walzer, “Demokratik bir devrimle, dinsel bir canlanma aynı yerde ve aynı zamanda gerçekleşebilir mi?” sorusunun cevabını arayacak. “Arap Baharı’nda Din ve Demokrasi” konusunda Lisa Anderson, Faisal Devji, Nora Fisher Onar, Michael Walzer konuşmacılar arasında.
Bu forum, tam da Zeytinburnu’nda “İslamcılık” konusunun tartışıldığı bir zamana denk geliyor.. “İslamcılık” akımını gündeme taşıyanlar, aslında, siyasi baskı ve gelenek arasında sıkışmış bir İslam anlayışının ötesinde, Allah, Resul ve Kitap temelli, hayatı sorgulayan, zamana ve mekana şahidlik sorumluluğunu kuşanmış insanların evrensel duruşunun ne olması gerektiği sorusuna verilecek cevapla ilgili bir endişeden yola çıkıyorlar.. Bu aslında önemli bir soru.
Artık Müslümanlar siyasi, iktisadi ve kültürel anlamda belli bir olgunluk düzeyine ulaştılar. Şimdi “Ümmetin birliği” temelinde yeni bir yapılanmaya gitmeleri gerek.. Zihinsel bir sıçrama yapmamız gerek.
Biz henüz daha yolun başındayız. Paramız ve gücümüz aklımızdan ve dinimizden daha fazla. Moda siyasal ve felsefi akımların peşinde savruluyoruz. Oysa daha bugünki serveti gücün bin katına ihtiyacımız var. Unutmayalım ki, biz yeryüzünde mecazi anlamda Allah’ın halifeleriyiz. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz.. Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Yeryüzünün bütün açları ümmetin yetimidir! Onun için acil bir şekilde kendimizi gözden geçirmemiz gerekiyor.. Bizim daha derinlemesine düşünen, estetik kaygılar taşıyan, bilimsel çalışmalar yapan, fayda üreten münevverlere ihtiyacımız var.. Batıdan alınan, çoğu 19.YY’dan kalma ödünç kavram ve kurumlarla kendimizi ifade etmemiz kolay değil.. Batıya öykünmez ve batılı bir “yaşam tarzı”nın üzerine “İslam etiketi” yapıştırmak, sadece bizi “etiket Müslümanı” yapar..
İşte asıl “hangi İslam” sorusunun cevabı da burada gizli..
Bizim “yeniden Müslüman” olmamız gerekiyor. Çünki, bizim yaşadığımız din, hayatı açıklamıyor, oysa Allah’ın dini yeri-göğü, ölümü ve hayatı açıklar.
O zaman söyleyecek fazla bir söz kalmıyor: İkbal’in dediği gibi, “Kaçın Müslümanlardan, sığının Müslümanlığa”
Selâm ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.