Osmanlı’yı Niçin Yıktılar?
İsrail’i kurmanın altyapısını ve gerekli şartlarını temin için üzerinden iki dünya savaşı geçmesi gerekiyordu. İsrail’in kurulması iki dünya savaşına mal olmuştur. Maliyeti bu kadar ağır olan başka bir devlet ve kuruluş yoktur. Osmanlı Devleti yıkılmasaydı İsrail devleti için toprak altyapısını temin etmek mümkün değildi. Bundan dolayı ne pahasına olursa olsun Osmanlı Devletinin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Theodor Herzl bunun için her kapıyı çalmış her yolu denemiştir. İmmanuel Karasu gibi Yahudilerle Sultan İkinci Abdulhamit’in kapısını çalmış lakin bir sonuç alamamıştır.
Vatikan’ın kapısını çalmış ve dönemin Papasıyla görüşüp ve ‘Kudüs’ün Türklerin elinde kalmasına tahammülleri olup olmadığını’ istifsar etmiştir. Papa’dan da olumsuz cevap almıştır lakin emellerine İngilizler koşmuş ve 1917 yılında İngilizler Gazze üzerinden Kudüs’e girmişlerdir. Napolyon’dan sonra İngilizlerin himayesine giren Yahudiler bu vesile ile milli devlet vaadi kopardıkları gibi işgalle birlikte toprak meselesini halletmişlerdir. Toprak transferinden sonra geriye nüfus transferi meselesi kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı, Hitler ve Holokost gibi meseleler üzerinden de korkutulan Yahudiler Filistin’e transfer edilmiştir. Böylece devlet için gerekli nüfus da tedarik edilmiştir. İki dünya savaşının ardından İsrail devletinin gerekli altyapısı hazırlanmış ve temelleri atılmıştır. Bu meselede en önemli duraklardan birisi Siyonistlerle ortak olan İttihat ve Terakki’dir. Hiçbir plan ve projeleri olmayan İttihatçılar savaşa dört elle sarılmışlar ve böylece iktidarlarını ve varlıklarını anlamlı kılmaya çalışmışlardır. İttihatçılarla halefleri olan Nasır ve Humeyni’nin savaşlara bakışı aynı olmuştur.
¥
Sultan Vahdettin Han’a göre, ittihatçılar, tek yanlı barış yaparak Osmanlı’yı savaştan çıkarmaya yanaşmamışlardır. İktidarlarını ve devrimlerini oturtmak için bilahare Humeyni’nin yaptığı gibi savaştan medet ummuşlardır. Savaşla iktidarlarını istikrarlı hale getirmek istemişlerdir. Humeyni savaş nedeniyle Saddam’ı suçlasa bile İranlılar yarım ağızla ve bazen de tam bir itirafla devrimlerini oturtmak için savaşa ihtiyaçları olduğunu söylemişlerdir. Böylece milyonlarca insanı yok yere, hırs ve öfke uğruna ölüme göndermişlerdir. Sultan Vahdettin İttihatçı kadroların münferit sulh için yapılan müzakerelerin önünü kestiklerini ifade etmiştir. Bununla İngilizlerin ve ardından Yahudilerin ekmeğine yağ sürmüşlerdir. Osmanlı’nın münferiden sulh akdetmesi İttihatçıların işine gelmemiştir. Aksi taktirde, sudan çıkmış balığa döneceklerdir. Varlık nedenleri yok olacak ve siyasetlerinin yanlış üzerine bina edildiği anlaşılacaktır. Bundan dolayı inadına savaş halini seçmişlerdir.
¥
İttihatçılar münferit sulha yanaşmamışlardır. Lakin asıl münferit barışa yanaşmayan karşı ayak yani İngilizler olmuştur. İngilizler savaşın başında hasta adamın yenilmesini planlayarak İttihatçıları Almanlarla ortak olmaya zorlamışlardır. Siyonistler de ittihatçıların ortağı olmasına rağmen kurulacak devletlerinin toprak temini için Osmanlı’nın yenilmesini ve yıkılmasını murat etmişlerdir. Bundan dolayı da münferit barışa kimse izin vermemiştir. Fransız Tarihçi Gabrial Hanotaux neden münferit barışa izin vermediklerini birkaç nedenle izah eder. Bunlardan birisi savaş zenginleri meselesidir. Morgan Şirketleri gibi şirketler baştan beri savaş zengini olmak için savaşın kopması için can atmış, savaşın lehinde propaganda yapmışlardır. Onlar insan suretinde timsahlardır. Savaşın sonunda çoğunluğu Yahudi olan yirmi bir bin kişi milyoner olmuştur. Yahudiler de millet olarak bu savaşta savaş taciri olmuştur. Türkiye nihai olarak yenilmeden savaştan çıkarılmak istenmemiştir. Muhkem bir kuşatmaya alınmıştır. Herzl’in halefi Haim Weizmann, İngilizlerin nihai zaferinden önce Osmanlıların tek yanlı barışla savaştan çıkmasını engellediğini söylemiştir. Demek ki desiselerle Türkiye’nin tek yanlı veya münferit barış anlaşması yapmasına engel oldular. Nedeni de Osmanlı’nın parçalanması ve koparılan Filistin parçasında İsrail devletinin kurulması hedefidir. Esasında, ABD’nin İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau, Amerikan Başkanı Wilson nezdinde girişimlerde bulunur ve Osmanlı’nın tek yanlı olarak savaştan çekilmesini sağlamak üzere onu ikna eder.
Buna göre Osmanlı İngiltere ile tek yanlı olarak sulh anlaşması imzalayacaktır. Morgenthau da bir Yahudidir ama Yahudilerin bu yöndeki külli planından haberi yoktur. Wilson bu fikri beğenir ve Morgenthau’ya para ve siyasi destek vererek, bunu temin için görüşmeler yapmak üzere tarafsız bir bölge olan İsviçre’ye gönderir. Lakin İngilizler ve Yahudiler bu planı haber alırlar ve bu çabayı baltalarlar. Osmanlı’nın yenilmeden önce savaştan çıkması yasaktır. Bütün planlar buna göre yapılmıştır. Yoksa Balfaour Deklarasyonunun bir anlamı olabilir miydi? İngiltere ikna için Haim Weizmann’ı Morgenthau’ya gönderir. İsviçre’ye ulaşmadan önce Cebelitarık’ta buluşma sağlanır ve burada Morgenthau’nun fikirleri değiştirilir. Girişim yerine beklemeye geçer. Waizmann dar görüşlü dindaşı Morgenthau’yu ikna eder ve Yahudilerin milli menfaatlerinin Osmanlı’nın yenilmesinde ve yıkılmasında yattığını söyler. İngilizler galip olmadan ve Osmanlılar yenilmeden İsrail devleti kurulamaz. Bunun üzerine Morgenthau İsviçre yerine Portekiz’e gider ve savaşın sonuna kadar burada kalır (Abdullah Tel, El Af’a el Yahudiyye fi maakili’l İslam, s: 33).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.