D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Kırgızistan notları: “Minare” nasıl “Burana” oldu?

Kırgızistan notları: “Minare” nasıl “Burana” oldu?

Kırgızistan’da Şiir Şöleni’nin tamamlayıcı unsurları arasında bazı ziyaretler ve kültürel geziler de var.

Önce, beş yıl önce kaybettiğimiz, şahsen de tanıdığımız ünlü yazar Cengiz Aytmatov’un kabrini ziyaret ediyoruz. Bişkek’e yakın bir mesafede Atabeyit kabristanına defnedilmiş Cengiz Aytmatov… Ata-Beyit, “Baba mezarı” demekmiş. Aytmatov’un babası Törekul Aytmatov’un mezarı da buradaymış. Aslında sade onun babasının değil, 1937-1938 yıllarında Stalin tarafından katledilen 137 Kırgızistanlı yazar, aydın ve idarecinin mezarı burada. Bu kişiler başkent Bişkek’e 30 km. mesafede eski bir tuğla ocağına götürülerek kurşuna dizilmiş, daha sonra da açılan bir çukura gömülmüş.
1938’deki bu katliamın tek şahidi ocağın bekçisi Hıdır Aliyev, ölüm döşeğindeyken kızına, zaman ve şartlar uygun olduğunda herkesin bilmesi gereken bir katliamdan söz etmiş. Uzun süre saklanan bu sır, 1991 yılında bağımsızlığını kazanan Kırgızistan’ın hükümet yetkililerine iletilmiş. Kırgızistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Askar Akayev 1993 yılında mahallin kazılması emrini vermiş. Bugün orada bir anıt ve müze var. Aytmatov’un mezarı da burada. Dünyaca meşhur Kırgız yazarının vefatının 5. yıldönümüne sayılı günler var. Ve burada onun hatırasına bir anıt mezar inşa ediliyor.
Kırgızistan’ta Şiir Şöleni’nin bir günü Isık Göl’de icra edilecek. Bunun için cuma günü erkenden yola çıkıyoruz. İlk hedefimiz, Burana… Burana’nın ne olduğunu pek anlayamıyoruz. Sanki bize bir yer ismi gibi geliyor. Fakat, gittiğimiz yerin Yusuf Has Hacib’in memleketi Balasagun olduğunu öğreniyoruz. O zaman, Burana’nın “minare”nin değişmesiyle ortaya çıkmış bir kelime olduğunu anlıyoruz. Bugünkü Kırgız Türkçesinde minare “minara” şeklinde söyleniyor. Bu değişme veya galat nasıl oldu, onunla ilgili tatminkâr bir bilgiye ulaşamıyoruz.
Bugünkü Kırgızistan’ın Tokmok/Tokmak şehri yakınlarında Karahanlıların başşehri Balasagun’un harabelerini geziyoruz. En dikkat çeken kalıntı bir kule. Aslında bu kule Balasagun’un meşhur Ulu Camii’nin minaresinin kalıntısı. 9. Yüzyıl sonlarında inşa edildiğinde yüksekliği 45 metre olan kule, 15. yüzyıldaki depremde 25 metreye düşmüştür. Öyle anlaşılıyor ki, Balasagun tamamen tahrib olmuş ve terk edilmiş.
“Burana”, yani “Minare” bir hayli uzak mesafeden görülebiliyor. Yaklaşıldıkça, tuğla yapının özellikleri fark ediliyor. Minare, bizim minarelere göre, bir hayli “kalın”. Kaide kısmında tuğla ile yapılmış bazı motifler dikkati çekiyor. Minarenin temelleri 5 metre derine gidiyormuş. Kaidesi de 5 metre dolgu imiş. Ancak bundan sonra, minarenin giriş yoluna varılıyor ve tek kişilik bir merdivenden tepesine çıkılabiliyor. Buraya kadar demirden bir merdiven yapmışlar. Aslında giriş minarenin yanındaki camiin çatısından başlıyor olmalı.
Minare, Karahanlı minarelerinin bir örneği. Bugün en sağlam örneğini, Buhara’da gördüğümüz “Kalan Minare”ye bir hayli benziyor.
Bunara, Balasagun’daki Uygur medeniyetinin günümüze ulaşmış yer üstündeki tek şahidi…
Bunara ziyaretinden sonra hedefimiz Isık Göl...
Issı, ıssık kelimesini bizler artık kullanmıyoruz. Tabii “ıssıot”u saymazsak!
Issıot hani şu bildiğiniz isot!
Isı, ıssık sıcak demek. (Hâlen kullandığımız “ılık” bu kelimenin harf değişikliği ile ortaya çıkmış gibi geliyor bana). “Isık göl”, deniz seviyesinden 1600 metre yükseklikte. Etrafında Tanrı dağları silsilesinin bir bölümü olan Aladağlar var. Bu yüksek dağların başı daima karlı. Kışın civar bir hayli de soğuk. Fakat Isık göl buna rağmen donmuyor. Gölün ısıklığı da buradan geliyor. Güney Amerika’daki Titikaka gölünden sonra dünyanın ikinci en büyük dağ gölü imiş.
Batılıların “turkuvaz” dediği “Türk mavisi”nin ne demek olduğunu göl görüş mesafemize girdiğinde anlıyoruz. Göl boyu batı-doğu yönünde 182 km uzunluğunda, eni kuzey-güney istikametinde  60 km imiş. Kıyılarının uzunluğunun bin kilometreye yakın olduğunu söylersek, gölün büyüklüğü hakkında bir fikir sahibi olunabilir.
Yüze yakın akarsu gölü beslermiş. Gölün suyu az tuzlu imiş ve su seviyesi her yıl yaklaşık 5 santimetre düşüyormuş. Bu göl, Kırgızlar için mukaddes sayılırmış. Eski adı bu yüzden “Idık-göl” (mukaddes göl) imiş. Göz şeklindeki göl kâinatın gözü olarak görülürmüş. Göle dua edilir, suyu ile el yüz yıkanır, fakat asla ayak sokulmazmış…
Isık gölün başlangıcında Balıkçı kasabası var. Yanlış duymadınız: Balıkçı! Biraz sonra Çırpıktı’ya ulaşıyoruz. Bizim “çırpı” kelimesi ile yakınlığı dikkatinizi çekmiştir sanırım.
İşte burada, yolun kenarında yakın zamanda yapılmış bir cami dikkati çekiyor. Küçük, mütevazı bir cami. Minaresinde ve kubbesinde hilâl şeklinde alemler var. Duvarlarında ise, hilâlle birlikte yıldız. Fakat bu yıldız bizdeki gibi 5 şualı değil, 4 şualı.
Cumayı burada kılacağız. Camiin genç hocası, bu farklı cemaati görünce, İslâm’ın temel konuları üzerinde yarım saat konuşuyor. Anlaşılmayacak bir şey yok. Konu âşinamız, dil farkları böylece ortadan kalkıyor. Namaz bildiğimiz gibi. Tesbihin sonunda imam duayı köyün aksakalına yaptırıyor…
İslâm’ı yeniden yaşama yolunda adımlar atan Kırgızların samimi heyecanı bizi sarıp sarmalıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi