Birinci Cumhuriyet...
Artık sonlarına geldiğimiz 2007 yılının en çok söz edilen kavramlarından biri de hiç şüphesiz ‘ İkinci Cumhuriyet’ oldu.
Nitekim, televizyonlar 2007 yılının son tartışma programlarını da bu konuya ayırmıştı...
Baktım, bu programlardan birini yapan Can Dündar dün köşesinde bu konuyu ve televizyonda yaptığı programın bir değerlendirmesini tartışmakta...
Başlığı da ‘Birinci Cumhuriyet’in sonu mu?’
Gene dünkü Taraf gazetesi’nde de Ahmet Altan’ın ‘cumhuriyet’ başlıklı bir yazısı vardı.
***
Görüyorum ki toplumların kavramları içselleştirmesi uzun zaman alıyor.
Bunda akılları karıştıran siyasal propagandaların, kavramları öğretmeyen eğitim sisteminin ve çok ayrı şeyleri ‘aynı anlamlara içeriyormuş’ gibi sunan ve ayrımlara vurgu yapmayan medyanın da payı var.
Toplum adına üzüntü veren böyle bir kavramsal sefalet yaşanmasa hala ‘cumhuriyet’ ve ‘demokrasi’ mi tartışırdık?
Tek parti rejiminden çoğulcu bir yapıya..
Kemalizm’den demokrasiye...
Birinci Cumhuriyet’ten İkinci Cumhuriyet’e (www.ikincicumhuriyet.org) geçmek konu mu edilirdi?
Ama...
Cumhuriyet ile demokrasinin...
Kemalizm ile çoğulculuğun çok farklı şeyler olduğunu yeni yeni ve yavaş yavaş öğreniyoruz.
***
Türkiye İstatistik Kurumu, Birinci Cumhuriyet’in 84 yıllık serüveni sonunda hala Türkiye’de 539 bin kişinin açlık, on iki milyon 903 bin kişinin de yoksulluk sınırı altında yaşadığını açıkladı.
İnsanlarımızı daha özgür ve zengin yapabilmek...
Vatandaşlarımızı daha mutlu kılacak bir değişime gitmek...
‘Yönetileni’ esas alan...
‘İnsan odaklı’, ‘vatandaş odaklı’ bir çağdaş rejime dönüşsek...
‘İnsanın yaşamına sürekli kalite ve nitelik kazandıracak’ AB standartlarını pusula bellesek fena mı olur?
Bunun tartışılacak...
Buna itiraz edilecek ....
Buna karşı çıkılacak ne var, anlaşılır gibi değil.
Eğer...
çağdaş çoğulcu demokrasinin ne olup olmadığını bilmiyorsanız....
Demokrat değilseniz...
‘Kışla’ ile ‘cami’ arasında siyaset salıncağından inmemişseniz...
‘Demokratik bir cumhuriyet’ için de kolları sıvamaz...
Halkın sahneye girmesinden hoşlanmaz...
AB standartları için de çabalamazsınız.
Ne yaparsınız?
Korkar, ürker, tek parti rejimine tapınırsınız.
***
Can Dündar, yönettiği tartışmanın ‘ortak mesajını’ şöyle veriyor:
‘Şişeden çıkan farklı kimlikleri, kendilerini ifade edebilecek şekilde sistemin içine yerleştirebilen, ilk projeyi günün ihtiyaçlarıyla yenileyen, rötar yapmadan çözüm üreten, demokratik, dinamik bir cumhuriyet...’
Bunun için ne yapmalı?
Ahmet Altan’dan okuyalım:
‘Bu hengámenin üzerine kurulmuş Cumhuriyetle biz bugünlere kadar geldik.
Yolda bazı kaçınılmaz rötuşlar yaptık.
Ama bugün baktığınızda Avrupa’nın en fakir, en geri, en çağdışı, insan haklarından en uzak ülkesiyiz.
Zaten bu yüzden kendimizi Avrupa’yla kıyaslamaktan nefret ederiz.
Bugünü hep seksen yıl önceki Türkiye ile kıyaslarız.
Şimdi artık kendimizi Avrupa ile kıyaslamanın zamanı geldi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında yakıp yıkılan, çöken, fakirleşen, milyonlarca insanını kaybeden Avrupa nasıl oldu da o savaşa girmemiş olan Türkiye’ye bu kadar büyük bir fark attı?
Bunun bir cevabı olmalı.
Sanırım cevap, Cumhuriyetin kuruluş biçiminde ve zihniyetinde yatıyor.
Bu Cumhuriyetin ‘padişahçı’ zihniyetini, İttihatçı kadrosunu, ancak bir diktatörlüğe uygun eğitimini ve ‘hoyrat devletini’ korumak için uydurulmuş hukukunu değiştirmek gerekiyor.
Hızla değişen dünyada İttihatçı bir diktatörlük varlığını uzun süre götüremez.’
***
Cumhuriyet’i demokrasiyle evlendirebilecek miyiz?
Bu aynı zamanda, ‘açlık ve yoksulluk sınırındaki milyonlarca insanımızın da çilesine son verebilecek miyiz’ anlamına bir soru?
Cevabı toplum verecek.