İslâmî hareketlerin Perestroika ihtiyacı

İslâmî hareketlerin Perestroika ihtiyacı

El Cezire Kanalında ‘Şeriat ve Hayat’ programını elden geldiğince kaçırmamaya özen gösteriyorum. Tartışmalı meseleleri programa getiriyor. Gelişen olaylara ışık tutuyor ve pencere açıyor. Mühim şahsiyetleri ekrana getiriyor. Yine öyle yaptı. Geçmişten bir şekilde aşina olduğum Prof. Ticani Abdulkadir ‘İslâm ve İslâmcılar’ programının konuğuydu. Sohbetin bir yanı da Türkiye ile bağlantılıydı. Özellikle de AKP örneği mercek altına alınmıştı. Ticani Abdulkadir hakkaniyet ve insaf sahibiydi. Arap dünyasındaki İslâmi hareketlerin Türkiye’nin gerisinde olduğu tespitinden yola çıkarak bu hareketlerin kendilerini gözden geçirmeleri gerektiğini söyledi. Hatta Arap dünyasında bugün canlı ve diri sünni eksenli hareketleri göremediğimizi söyledi. Bir şeyhuhet veya yaşlanma döneminden geçildiğini ilave etti. Belki eylemci yönü olmasa Şii kökenli olan Hizbullah için de aynı şeyler söylenebilir.

İslâmi hareketler büyük bir tıkanma yaşıyorlar. Rejimler miadlarını doldurdukları gibi neredeyse İslâmî hareketler de miadlarını doldurdular. Bundan dolayı, Ticani Abdulkadir yeni bir yenilenmeye ve tecdide ihtiyaç olduğunu vurguladı. Kimi uzmanların ‘İslâmî hareketler günbatımlarını yaşıyorlar, uful halindeler ve miadlarını doldurdular’ şeklindeki yaklaşım konusundaki soruya Ticani Abdulkadir: “Bu derecede olmasa bile söylenenlerde genellikle haklılık payı var. Yöntem meselesinde büyük bir tıkanma yaşıyoruz’ dedi. Aslında bu tespit derinden Türkiye ile de alâkalı. İslâm dünyasında ve Arap dünyasında İslâmî hareketlerin doktrin ve ilke yerine şahıs eksenli olduğunu söyledi. Bunun da hareketleri yanlışa sürüklediğini ve onları ilkeden kopardığını hatırlattı. Şahıslara bir kudsiyet hâlesi atfedildiğini ve etraflarında asabiyetler oluşturulduğunu ve yapıların kemikleştiğini ve elastikiyetini, inceliğini ve seyyaliyetini kaybettiğini ve bundan dolayı da bir yenilenmenin kaçınılmaz olduğunu dile getiriyor.

***

İslâmî kesimlerin ilkeden ve doktrinden kaçındıklarını ve bundan yoksun ve mahrum olduklarını bunun da onları ilkesiz hale getirdiği gibi şahsa bağlılık üzerinden asabiyetle hizipçiliğe dönüştüklerini savunuyor. Mezhebî asabiyet ile mezhebî kayıtsızlığı birbirinden ayırıyor. Mezhebî asabiyet zararlı olduğu oranda bunun tefrit derecesi olan mezhebî kayıtsızlık da zararlıdır. Ticani Abdulkadir, bugünkü mevcut İslâmî hareketlerin ilke üzerine değil, karizmaya dayalı olarak ayakta kaldıklarını söyledi. Cemaat veya şahs-ı manevî yerine bir nevi siyasî şeyhlik kurumunun yükseldiğini söyledi. ‘Referans, doktrin ve mezhep olmazsa şahıslar olur’ dedi. AKP ile İhvan deneyimleri arasında farklar soruldu. Farklar olduğunu söyledi, ama Ticani Abdulkadir bunu tam olarak analiz edemedi. Ama Türkiye’de mutlak ve totaliter bir laiklik uygulaması olduğunu ve AKP’nin de muhtemelen bunun refleksleri arasında olduğunu söyledi. Ama bir tespiti doğrusu yerindeydi. Batılı kurumlarla ilişkisinden dolayı Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinden yararlandığını ve yol aldığını; AKP’nin de bundan istisna edilemeyeceğini aktardı. Buna mukabil, Arap dünyasındaki İslâmî hareketlerin biraz da Sovyet eksenli milli devletlerin ve liderlerin etkisinden kurtulamadığını ve kendisini bu genel havanın biçimlendirdiğini söyledi. Arap dünyasındaki İslâmî hareketlerin tabandan kopuk ve seçkinci olduklarını ve doktrinlerini pratiğe dökemediklerini, yansıtamadıklarını ve nazariyatta kaldıklarını söyledi. AKP’nin idealize edilmemesi gerektiğinin altını çizen Abdulkadir bununla birlikte AKP’nin artı yönleri bulunduğunu; başarılı tarafının tabanla iletişim kurması ve kitleleşmesi olduğunu söyledi. Arap dünyasındaki İslâmî hareketlerin kitle hareketi olamadığını elit hareketler olarak kaldığını ve halka açılamadıklarını, inemediklerini ifade etti. Şartların farklılığından dolayı AKP’nin Arap dünyasında kopya edilemeyeceğini ama bu deneyimin bazı yönlerinden yararlanma imkânı olduğunu söyledi.

***

Tarık Ramazan gibi Ticani Abdulkadir de Arap dünyasındaki İslâmî hareketler için yeni bir tecdit çağının lüzumuna kail oldu ve ‘Perestroika’ gerekli dedi. Bununla birlikte, siyaseti davet ve tebliğden koparmanın doğru olmayacağını savundu. Siyasetin yeryüzünde adeleti ikame etmenin yegâne aracı olduğunu ve adaletin de dinin temel rükünleri arasında geldiğini hatırlattı. Ona göre, İslâm çoğulculuğu reddetmez. Ama çoğulculuğun usul ve kaidesi olmazsa kaosa götürür. Çoğulculuğun birinci kademesi din ve iman dairesindedir. Dinde (kesrette vahdet) çoğulculuk noktasında üç mertebeyi anlattı. ‘Kullarının küfründen razı olmaz’ ayetini de hatırlatarak küfre razı olmadığı halde insanları imana zorlamadığını ve ihtiyarlarını selbetmediğini söyledi. İkinci kademesi ise şeriat bağlamındadır ve ‘liküllin ceealna minkum şir’aten ve minhace’ ayet-i celilesini hatırlatarak dinin haricinde hukuk ve şeriat bağlamında da çoğulculuğun esas ve geçerli olduğunu hatırlattı. Üçüncü kademede aynı şeriat içinde mezhepler suretinde çoğulculuk olduğunu ve bundan vazgeçilemeyeceğini söyledi. En önemli katkılarından birisi Mekke ile Medine dönemleri arasında kopukluk iddialarını reddetmesiydi. Kimileri Mekke döneminin din, Medine döneminin şeriat ve devlet dönemi olduklarını savunuyorlar. Ticani Abdulkadir Mekke döneminin Medine döneminin bir altyapısı, zemini ve geniş havzası olduğunu beyan etti. Bu mânâda aralarında şizofrenik bir kopukluk yok. Bediüzzaman’ın üç Said dönemin de takdim ve tehirlerle birlikte birbirinden kopuk olmaması gibi. Burada esasta değil tedricilik üzerinde yöntemde bir fark var. Bu anlamda Ticani Abdulkadir, Sudanlı Mahmut Taha ve muakkibi Abdullah Naim gibilerin ‘Mekki ayetleri tatil edip Medeni ayetlerle yetinelim’ teorisine esastan ve müdellel bir şekilde karşı çıkıyor.

Mekke ile Medine arasında şizofrenik bir kopukluk elbetteki yoktur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi