Türbanlıların sayısı
Tarhan Erdem'in araştırmasını Milliyet sürmanşetten "Türbanlıların sayısı dörde katlandı" başlığıyla duyuruyor. Öküzün altında buzağı arayanlar için bu başlık ayağa fırlamak için yeterli.
28 Şubat'ın BÇG'cileri böyle bir başlık görselerdi, o dakika kupürü özenle kesip brifing slaytları arasında ilk sıraya koyarlardı. Ama başlıktan habere geçenler için başka ayrıntılar ve detaylarda çelişkili bilgiler var. Dört yılda başını örtenlerin oranı % 64,2'den, % 5,2 artarak sadece % 69,4'e çıkmış. 13 milyon olan başını örten yetişkin hanım sayısı dört yıl içinde 14 milyona çıkmış. Araştırmanın hata payı, nüfus artışı ve Türkiye'deki sosyalleşme trendleri dikkate alındığında değişen pek bir şey olmadığı anlaşılıyor. Ama nasıl oluyor da türbanlı sayısı dörde katlanıyor? Tarhan Erdem, araştırmayı tanıttığı takdim yazısının hemen başında bu bulgu için, "Bu dikkat çekici ve hızlı artışın nedeni bu araştırmada belirgin değildir." diyerek başlığın anlamsızlığına işaret ediyor.
"Başörtüsü yasağı"nın kendisi anlamsız bir saçmalık. Bu yasak insan haysiyetine, medeniyete, özgürlüklere aykırı bir ilkellikle vücut buluyor. Ortadaki anlamsızlığın sebebi de bu sorunu var eden ilkellik. Tarhan Erdem'in açıklayamadığı sürmanşetteki bulgunun anlamsızlığı ise "türban"ı bağımsız bir kategori olarak ele almasından ibaret. Başörtü sorununu icat edip bu sorunu çözümsüz hale getirenlerin ürettiği "türban siyasî simgedir" efsanesi, koskoca araştırmanın takılıp yüzüstü yere kapaklandığı tuzağın da adresi.
Saçmalığı ilk YÖK Başkanı'nın türbana bakışı ile bugünkü YÖK Başkanı arasındaki tezat gösteriyor. Doğramacı, Turgut Özal'ın baskısı ile bir ara formül bulmuş, "türban"ı modern bir başlık olarak tanımlamış, türban ile üniversiteye girişi serbest bırakan bir düzenlemeye öncülük yapmıştı. Teziç ise bugünkü yasağı savunurken, başörtüsüne sözlerinin olmadığını sadece türbana karşı olduklarını söylüyor.
Hangi örtü türbandır, hangisi değildir? "Türban" kelimesinin Fransızcadan, Fransızların da bu kelimeyi Farsça "tülbent"ten aldıklarını, bu başlığın daha çok erkekler tarafından kullanıldığını hatırlatmanın bu sorunun cevabına sağlayacağı bir katkı yok. Yaşayan en büyük fıkıh alimi olan Hayreddin Karaman Hoca'nın, bu sun'i tasnifleri reddeden hükmünü herkes hatırlar. Ona göre aslolan örtünmedir. İster bir modacının elinden çıkmış bir çizime dayansın, ister sade bir kumaş, eğer örtünme sağlanıyorsa maksat hasıl olmuştur. Dine ve dinin koyduğu emir ve yasaklara dışarıdan bakanların, bu kuralları şekil olarak görmeleri normal. Şekil olarak görünce örtünme yerine örtünün şekline takılıyorlar. Şekle takılanlar da Tarhan Erdem'in açıklayamadığı gelişme gibi, koskoca araştırmayı ve sürmanşete taşınan bulguyu yerle bir ediyor.
Başörtü yasağının bir "iktidar pratiği" olduğunu uzun zamandır söylüyorum. Elinde iktidarı tutan bir seçkin azınlık, ayrıcalıklarını bu sembolik yasaklarla sürdürüyor. Yasak koymak, bir iktidar gücüne sahip olmak demek. Başörtü yasağının devamı, bu seçkin azınlığın hâlâ iktidarda oldukları anlamına geliyor. Bugün başörtü yasağının, kontrolsüz bir keyfi iktidarın kurumlaştığı üniversitelerde devam etmesi bu yüzden tesadüf değil. Gerçek hikâye bir komediden çıkıyor. "Başörtü yasağı"nın yılmaz savunucuları, pastalı-börekli, çeyrek altınlı "gün"lerin müdavimi "modern" hanımlar. Bu "gün"lerin gündemlerini bütünüyle rejim sorunları oluşturuyor. Fazla kilolardan kurtulmak için söz konusu edilen rejim sorunları ile, türbanlı genç kızların yol açtığı rejim sorunları eşit oranlarda dedikodu konusu yapılıyor. Şu bir ironi değil: Başörtülü genç kızların uzun pardösüleri ile rejim sorunlarından uzak incelikte görünmeleri bile, rejim sorunu olan hanımların pasta-börek yerken diğer rejim sorunları ile bağlantı kurmalarına yetiyor. "Modern hayat biçimine karşı bir tehdit" olarak algılanan ve sayıca bol gündelik örneklerden yola çıkarak "başörtüsü"nün değil "türban"ın tehlike oluşturduğu sonucuna ulaşıyorlar. Bu günlerden çıkan hanımlar, elde ettikleri sonuçları eşlerinin önüne bir "rejimi koruma" görevi olarak koyuyorlar. Ve yasak böylelikle devam ediyor.
Tarhan Erdem'in açıklayamadığı, ama Milliyet'in sürmanşete taşıdığı "Türbanlıların sayısı dörde katlandı" haberi, aynı komediye ışık tutuyor. Ama maalesef komediler acı bir trajediye eşlik ediyor. Ve yasağı koyanlar açısından komedi, bu yasak yüzünden zulüm görenler için bir trajedi olan trajikomik bir tablo bir sorun olarak devam ediyor.