Katar ve Türkiye
Gezi Parkı ve Taksim olaylarıyla birlikte Türkiye’ye nazar değdi. Bu nazar değme Tahrir olaylarının ters dönmesiyle birlikte derinleşti. Suriye düğümü ise Katar’daki Hamad’ın emirliğinin sonu oldu. Beşşar devrilmeden bölgedeki köşe taşları, domino taşları gibi yerlerinden oynamaya ve yıkılmaya başladı. Arap Baharı tersine döndü. Mürsi’nin Suriye konusunda keskin bir viraj almasının haftası geçmeden askerler tarafından alaşağı edildi. Bölgenin en menfur rejimi olan Suriye rejimi köşe taşı olarak hala ayakta kalırken Arap Baharının öncüsü ülkeler istikrarsızlığa yuvarlanmaya başladı. Halbuki, Irak ve Suriye parçalanma seçenekleri arasında gidip gelirken, istikrarsızlık altında debelenirken Katar, El Ceziresi ve parasıyla ve İslami kesimlerle ittifakı ve Arap Baharına öncülük etmesiyle bölgesel aktör olarak sivriliyor ve yıldızı parladıkça parlıyordu. Hatta birileri ona küresel etkisinden dolayı eski İngiltere’ye nazire ‘yeni güneş batmayan imparatorluk’ sıfatı yakıştırıyordu. Lakin ona da nazar değdi. Batılılar çizmeyi aştığını düşünmeye başlamışlardı. Pierre Razoux gibi NATO uzmanları Şeyh Hamad’ın birkaç yıldır Batı’ya değil de kendisi hesabına çalıştığının fark edildiğini söylüyorlar. Şöyle diyorlar: Batı Katar’a bir alan açtı lakin Arap Baharı ile birlikte alanın sınırlarına taştı ve kendisine çalışmaya başladı. Libya ve Suriye’de boyundan büyük işlere kalkıştı. Ve sonunda ipini çektiler ve onun rolünü büyük birader olarak Suudi Arabistan’a yüklediler. Gian Micalessin gibi İtalyan gazeteciler de aynı noktaya parmak basıyorlar.
•
Nilgün Cerrahoğlu’nun aktarmasıyla, Berlusconi ailesinin gazetesi “II Giornale”de yazan ünlü Ortadoğu uzmanı Gian Micalessin de Katar olayının perde arkasıyla ilgili şunları yazıyor: “61 yaşındaki emir, 2022 Dünya Kupası’nın peşinde koşuyor, Paris Saint Germain takımını alıyor, Volkswagen Porsche’nin hissedarı oluyor, Süveyş Kanalı’nın kontrolünü ele geçirmek gibi çılgın projeler peşinde koşuyor… Beri yandan da isminin baş harfleri “HBJ” logosuyla anılan kendi Dışişleri Bakanı Şeyh Hamad bin Cabir el Sani kanalıyla; siyasi İslam’a destek veriyor. Müslüman Kardeşlere Mısır’da 7.5 milyar dolar para akıtıyor, Kaddafi’yi düşürüyor ve Suriye’de muhaliflere silah yardımı yapıyor. Washington, Paris, Londra; Suriye’deki silahların yanlış ellere düşmesinden rahatsız olunca, “emir”in kulağını çekiyorlar ve ivedilikle kendisinden bu “politikayı değiştirmesini” istiyorlar. “Emir”; siyasi İslam’ın Katar’daki başlıca hamisi ve kuzeni olan Dışişleri Bakanı HBJ’yi görevden almış olmamak adına, kökten değişime gidip kendi yetkilerini de oğluna devrediyor. Böylece genç emirle Katar’da yeni yönetim siftah yapıyor… “Bu satırlardan sonra Cerrahoğlu gelişmelerle ilgili hükmünü şöyle koyuyor:” Büyük belirsizliklere gebe Mısır ve Katar’daki bu son yetki değişimiyle birlikte zarlar Ortadoğu’da yeniden atılıyor….” Suriye Milli Koalisyonunun yeni Başkanı Cerbe ile birlikte Suriye muhaliflerinin dosyası da Suudluların eline geçmiş oldu.
•
Gelelim Türkiye’ye… Arap Baharı ile birlikte İttihad-ı İslam noktasında yeni bir ivme yakalanmıştı. Bunun öncülüğünü ve liderliğini de facto bir biçimde Türkiye yapıyordu. Şimdi bu zemini Türkiye’nin altından çekiyorlar. Le Monde gazetesinde bu kırılma ve gelişmelerle alakalı olarak şöyle bir yorumu dikkat çekiyor: “Mısır’daki rejim değişikliğiyle, İslamcı rejimlerin jeostratejik planda Batı’dan bağımsız olarak geliştirmiş oldukları cephe böylece kırıldı!” Darbe süreci öncesinde Mürsi nasıl yalnızlaştırılmışsa ve çevresinden koparılmışsa, bu yeni süreçle birlikte Türkiye’nin de çevresi boşaltılıyor. Cerrahoğlu’nun tabiriyle iyot gibi ortada kalıyor. Cerrahoğlu neredeyse oh ediyor ve Neo Osmanlı peşinde koşanların akıbetlerinin böyle olacağını ve yükün altına ezileceklerini söylüyor. Le Monde gazetesinin yorumuna benzer bir yorumu da The Guardian gazetesi yapıyor. Ezcümle şöyle: Arap Baharı küresel stratejik düzeni ve haritayı tehdit ediyordu. Mübarek’in indirilmesinden sonra Batı, rüşvetle, sabotajla veya kahırla onu yolundan saptırmaya ve önünü kesmeye karar verdi. İsrailli bakan Tzipi Livni de Arap Baharının kendi haline terk edilemeyeceğini ve akış mecrasının değiştirilmesini istemişti. Bunu darbe olarak tercüme edebiliriz.
Bazı çevreler, Katar’daki devir teslim ve Mısır’daki darbe ve Türkiye’deki Gezi Parkı olaylarıyla birlikte yeniden siyasal İslamcılık ve Neo Osmanlıcılığın ölümünü ve sonunu ilan ettiler. Brookings Enstitüsünden Memun Fendi eş Şarku’l Avsat gazetesinde Tahrir’in eski rejimlerin, Taksim’in de İslamcı rejimlerin tarihe gömülmesi ve tasfiyesi olduğunu yazmıştır. İslamcılığın ölümünü ilan edenler yine bildik isimler. Bunların en bilinenleri arasında İslamcılığın baykuşu Gilles Kepel var. Ona küresel Ruşen Çakır diyebiliriz. Gene şom ağızlığı tutmuş ve İslamcılığı bir kez daha öldürüyor. Oysa ki, 1990’lı yıllarda kendisi mezara gömmemiş miydi? Demek ki İslamcılık onların rağmına her dem taze ve sürekli dirilme halinde. Öyleyse bir başka sefere daha dirilmeyeceği ne malum? Kılavuzu Kepel olan Cerrahoğlu gibilerin sevinçleri yine kursaklarında kalabilir! Şimdi yerli oryantalistler yine onu, İslamcılığın yeniden öldüğüne dair kanıt olarak gösteriyorlar. Ölen Batı ve değerleridir. Kendilerine yansınlar. Cerrahoğlu birkaç yıl evvel de Batı’da demokrasinin öldüğünü yazıyordu. Şimdi de karşısına geçmiş İslamcılığın öldüğünü ilan ediyor. Demek ki her gün başka bir adreste defin işlemiyle meşgul! Türk modelinin de öldüğü doğrudur ama sadece ılımlısı. Geriden dünyayı titretecek serti geliyor. Yumuşağı iflah etmedi serti geliyor. Ilımlısını yaşatmadılar demek ki sertine layıklar. Nedamet getirip başlarına vuracakları gün yakındır. Kendi ölümlerine ağlasınlar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.